Günümüz çağdaş sanatının geldiği noktada azımsanmayacak bir kitleye hitap eden tiyatro, değişen toplumun, değişen düşünceleri ile kesiştiği noktada yer alır. Tiyatro sanatının yüzyıllar boyunca değişen biçiminin en son halkalarından birisidir “absürd (uyumsuz) tiyatro”… İlk zamanlar üzerinde çok durulmayan bu tür, günümüz eleştirmenleri tarafından dikkate değer bulunmuş, aynı zamanda çağımızın en nitelikli dramatik yapıtlarının üretildiği bir yazın türü olarak kabul edilmiştir. Temelinde geniş ölçüde batı geleneğinin antik uzantıları vardır ve Fransa ’da olduğu kadar, İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya, İsviçre, Doğu Avrupa, Rusya ve A.B.D’de de yazarları bulunmaktadır. 1950’li yıllarda başlıcalıkla Fransa’da yaygınlık kazanmış avangard (öncü akım) bir tiyatro akımı ve anlayışıdır. Günümüz burjuva dünyasının alışılmış beylik değerlerine dayalı yaşam tarzını olumsuzlayıcı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Absürd Tiyatro toplumsal yabancılaşmayı bir insanlık durumu olarak almış, dünya savaşlarının yol açtığı, bunalımdan kaynaklanan kötümser, bilinemezci, hiçlikçi, yaşamın mantık dışılığı ve anlamsızlığını ortaya koymaya, insanlar arası iletişimin olanaksızlığını göstermeye çalışmıştır. Bu düşünce yapısı doğrultusunda, geleneksel dramatik biçimleri ve anlamlı diyalog düzenini yıkmış, eylem ve çatışmaya bağlı olmayan bir oyun yapısı kurmuş, mantığa aykırı bir diyalog düzenini oyun dili haline getirmiştir. Absürd tiyatro yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle dünya savaşları sonrasında, öncü sanatlarla birlikte ortaya çıkmıştır. Bu metinlere baktığımız zaman dikkatimizi çeken başlıca özellikler şunlardır:
Belli bir öykü ya da konu yoktur.
Canlı karakterler yok, onların yerine mekanik kuklalar denilebilecek tipler vardır.
Tam olarak açıklanmış bir izlek yoktur, başı ve sonu belirsizdir.
Çağın davranışı yerine, düşlerin ve karabasanların yansıması vardır.
Hazır cevaplılık ve iğneli konuşma yerine, ilintisiz “gevezelik” söz konusudur.
Kişiler belli bir sosyal yaşamın tipleri değil, evrensel tiplerdir.
Sözcük Olarak Absürd:
“Absürd özünde, müzikal bağlamda “armoniden yoksun” demektir. Bu yüzden genel de “bir kural ya da nedene bağlı olarak uyumdan yoksun; akla yatkın olmayan, mantıksız” olarak tanımlanır. Yaygın kullanımın da “absürd” kısaca “saçma” demektir fakat Camus’un kullandığı ve Martin Esslin’in de onayladığı tanım bu değildir. Camus’a göre: “insan durumunun, saçmalığının verdiği metafizik acının dramı”dır. İonesco ise bu deyimden kendi anladığını şöyle açıklamaktadır:
“absürd amacı olmayandır... dinsel, metafizik ve deney ötesi köklerinden kopmuş bir kayıptır, onun bütün eylemleri anlamsız, saçma ve yararsızdır”[1]
Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise absürd “akla, mantığa uymayan, saçma, boş, anlamsız” olarak açıklanmıştır. İnsanlığın durumunun saçmalığına karşı duyulan bu metafizik üzüntü yaygın anlamıyla, Beckett, Adamov, İonesco, Genet, Pınter gibi yazarların oyunlarının başlıca konusudur fakat absürd tiyatro, olarak isimlendirilen akımı tanımlayan, absürd sözcüğünde olduğu gibi yalnızca konu değildir. Yaşamın anlamsızlığına, ülkülerin, saflığın ve amacın kaçınılmaz olarak diğerlerine benzer bir duyguda yazarların yapıtlarının ana konusudur. Absürd tiyatro “insanlığın durumunun anlamsızlığını” duygusunu ve akılcı yaklaşımı, akılcı araçların ve düşüncenin terk edilmesiyle açıklamaya çalışır. İnsanlığın durumunun absürdlüğünü, tartışmayı bırakmıştır, onu yalnızca varlık olarak yani somut sahne görüntüleri açısından sunar. Aynı zamanda değer yitimine uğramış diliyle, sahnenin soyut görüntülerinden çıkacak bir “şiir”e de yatkınlık gösterir. Dil öğesi bu anlamda yine önemli bir rol oynar; ancak, sahnede olup biten, kişilerin ağzından çıkan sözleri aşar ve çoğunlukla onlarla çelişir. Örneğin İonesco’nun Sandalyeler’inde, oyunun şiirsel içeriği söylenen yavan sözlerde değil, onların, sürekli artan sayıda ki boş sandalyelere söylenmesinde yatar.
Eski Geleneklerde Absürd:
Absürd tiyatronun yeni ve her biri değişik bileşimlerle -kuşkusuz çağdaş sorunların ve düşüncelerin anlatımı olarak- sergilediği eski gelenekleri şu dört başlıkta toplayabiliriz:
-“Yalın Tiyatro”; yani sirk ya da revülerde, akrobat boğa güreşçisi ya da mim sanatçılarının çalışmalarında görülen biçimiyle soyut göze yönelik görüntüler,
- Soytarılık, palyaçoluk ve çılgın sahneler,
- Sözel saçmalık,
- Çoğu kez güçlü bir allegorik parça taşıyan düş ve düşlem yazını.
Absürd tiyatrodaki yalın unsur, onun yazın karşıtı yapısının, anlatımın derin düzeyde aktarılması için bir araç olarak dilden uzaklaşmasının görüntüsüdür. Tiyatro her zaman yalnızca dil olmaktan daha fazlası olmuştur. Dil kendi başına okunabilir ancak gerçek tiyatro yalnızca sahnede açıkça görülür. Boğa güreşçilerinin arenaya girişi, olimpiyat oyunlarının açılışına katılanların geçit töreni, ayini yöneten rahibin anlamlı eylemleri, bütün bunlar yalın soyut tiyatro gösterileridir. Derin ve çoğu kez doğaüstü anlam taşır dilin anlatabileceğinden daha fazlasını söylerler.
Ionesco’da nesnelerin çoğalmasında; Godot’yu Beklerken’de şapkalarla müzikhol anıştırmalarında, Genet’in ayinsel ve yalın biçimsel eylemi kullanışında, Adamov’un ilk oyunlarında kişilerin tutumlarının dışavurumunda, Tardeau’nun yalnızca devinim ve sesten, bir tiyatro oluşturma çabalarında, Beckett ve İonesco’nun bale ve mim gösterilerinde, tiyatronun önceki sözel olmayan biçimlerine, o yalın yapısına bir dönüş görürüz.
Soytarı çoğunlukla eski dönemlerin mim oyunlarında görülür. Absürd davranışı, en basit mantıksal ilişkileri anlama yetersizliğinden kaynaklanır. Bir uzantısı da saray soytarılarıdır. Palyaçonun soytarıdan ayrıldığı diğer unsurlar, ağız dalaşı, step dansçılığı ve komik şakalarıdır.
“antik mimus’la bağlantı, ortaçağın palyaço ve soytarıları Commedia d’ell Arte’nin Zanni ve Arlechino’su yoluyla 20. yüzyılın popüler sanatı -Keystone Cops, Charlie Chaplin ve Buster Keaton’un sessiz film komedileri ve daha birçok ölümsüz yorumcuyla- herhalde en büyük başarısı olarak görülecek şeyi aldığı müzikhol ve vodvil komedyenlerinde ortaya çıktı.”[2]
Sözel saçmalık, gerçek anlamıyla doğaüstü bir uğraş, düşünsel evrenin ve mantığının sınırlarını genişletme ve ötesine geçme çabasıdır. Mantık zincirlerinden kurtulan bir düşünsel evrende, istekler insanca davranma kuralları göz önüne alınarak durdurulmaz.
Absürd tiyatronun içinde yer alan eski geleneklerden biri de söylencesel, allegorik ve düşsel düşünce biçimlerinin kullanımıdır. Söylence ve düş arasında yakın bir bağ olduğundan, söylenceler insanlığın toplu düşsel imgeleri olarak adlandırılır. Söylence dünyası akılcı biçimde düzenlenmiş birçok batı toplumunda toplu bir düzeyde etkin olmayı neredeyse tümüyle bırakmıştır. Ancak bireysel deneyim düzeyinde asla tümüyle ortadan kalkmamıştır, kendini çağdaş insanın düşlerinde düşlemlerinde ve özlemlerinde duyar.
Tiyatroda Absürd:
İkinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan ve yaşamın akla aykırılığını, bilinen tüm sanatsal uyumları bozarak sahneye getiren tiyatro akımına absürd tiyatro (uyumsuz tiyatro) adı verilmiştir. Absürd tiyatro gerçeği, mantıklı, değişmez bir düzen ya da tarihsel evrimi içinde diyalektik ilişkiler örgüsü olarak değil anlaşılamayan ve açıklanamayan bir karmaşa olarak görür. Bu uyumsuzluğun ancak geleneksel formların uyumların düzenini bozarak sahneye getirebileceğini kabul eder. Oyunun yapısın da, konuşma örgüsünde, görüntüde yeni ve akıldışı düzenlemeler yapar.
Tiyatroda absürd olanı sergilemek demek kötümserliğin derinlere işlediği umutsuzluğun kol gezdiği bir ortamda saçmanın sanatın kendine özgü, uyumu içinde tanınmasını sağlamak demektir. Bu da sanatın ileri doğru atılmış bir adımı sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında absürd tiyatro ölüme, boşuna yaşamaya, tüm aldatmacalara, korku ve güvensizlik uyandıran gizli düzenlere karşı, sanatın protesto çığlığıdır. Absürd tiyatronun ilke ve kuralları dondurulmuş ve hatta belirlenmiş değildir. Bu akım içinde saydığımız her yazarın, her yönetmenin kendine özgü bir deyişi, bir biçimi vardır. Onun için bu akım (avantgarde) öncü özelliğini korumaktadır. Bununla beraber yazarların yönetmenlerin belli odaklarda kümelenebilen özellikleri dikkate alınarak bir absürd tiyatro akımından söz edilebilmektedir. Bu özellikler akımın sanatçıları tarafından değil, bilim adamları ve incelemeciler tarafından saptanmıştır.
Absürd tiyatronun kaynağı Fransız gerçeküstücülüğüne kadar hatta bu akıma öncülük etmiş olan Alfred Jarry’nin “Kral Übü” adlı oyununa kadar uzanır. Absürd tiyatronun seyirciyi şaşırtmayı, rahatsız etmeyi, hatta acıtmayı amaçlayan yöntemi dikkate alındığında tıpkı öteki çağdaş eğilimlerde olduğu gibi, Antonin Artaud’nun etkisinden uzak kalmadığı görülür. Önce Fransa’da sonra öteki Avrupa ülkelerinde ve ABD”de yaygınlık kazanan absürd tiyatro, Jean Louis Barrault, Roger Planchon gibi yönetmenler, Samuel Beckett, Eugene İonesco, Jean Genet, Harald Pinter, Edward Albee gibi yazarlar tarafından benimsenmiştir.
Absürd tiyatro ortak bir programı olan, ilkeleri kuralları saptanmış bir akım değildir. Belli toplumsal koşulların yarattığı ortak bilincin tiyatroda ki ifadesidir. İkinci dünya savaşını yaşamış olanların, ruhsal durumunu dile getirir. Savaştan sonra bir umutsuzluk dönemi yaşanmaktadır. İnsan düşüncesi, anlayamadığı korkunç güçler karşısında felce uğramıştır. Milyonlarca insanın ölmesi, kitle kıyımları, atomun parçalanması, kentlerin yakılıp yıkılması dehşet uyandırmıştır. Korku ve güvensizlik gibi nedeni az çok bilinen duygular yerini, nedensiz bir endişeye, bunalıma, boş vermişlik duygusuna bırakmıştır. Daha iyi bir dünya düşüncesinin yerini, onarılmaz bir biçimde parçalanmışlığın kabul edilmesi almıştır. İnsan bu dünyada kendini ezeli bir sürgün gibi hissetmektedir.
Absürd tiyatronun dayandığı yaşam görüşü daha önceki öncü, deneyci, akımların baskıya, savaşa, sömürüye, yoksulluğa, adaletsizliğe başkaldıran düzmece bir uygarlık anlayışına karşı özgürlüğü ve insan haklarını savunan yaşam anlayışına benzemez. Absürd tiyatro kötümserdir ve eylemsizdir. Bu akım yazarlarını nihilist olmakla suçlayanlar vardır fakat genellikle absürd tiyatro oyunlarında bir hiçe sayma yerine, bir çaresizlik görülür. Dünyanın trajik olduğu kadar komik olan saçmalığı da onaylanmıştır.
“Absürd tiyatronun amacı dünyanın uyumsuz olduğunu, toplumda insanca bir düzen kurulamadığını, bireye aklının değil, ilkel güdülerinin egemen olduğunu göstermek, böylece insanın kendini hazır düzenlemelerle avutmaktan vazgeçip saçmanın bilincine ermesini sağlamaktır. Tiyatroda oyunla paylaştığı kısa yaşantı sürecinde kendi gerçeği ile yüz yüze gelen insan yaşamın gerçek anlamı üzerinde düşünmeye başlayacaktır. Bu deney insanın uyumsuzluğu görmezden gelmeyi bırakıp saçmayı yasallaştırmasını sağlayacaktır.” [3]
Absürd tiyatroda oyun kişilerinin tanıtımında alışılmış psikolojik açıklamalardan ve ruh derinliğini yansıtmaya özen gösteren gerçekçi oyunculuktan kaçınmak için abartmaya, doğal olmayan oyunculuğa, karikatürize etmeye başvurulur.
“Absürd tiyatroda oyunun bir olay gelişimini gösteren öyküsü yoktur. Öykü kişilerin iç karmaşasının endişelerini açıklayan uzun bir serimden ibarettir. Oyun kat kat iç gerçeğe doğru açılır fakat bu uzun serim, ne kişiliklerin özellikleri ne de içinde bulundukları durum hakkında kesin bir açıklama getirmez sanki amaçsız bir açılım gösterilmektedir. Bu amaçsızlık, uyumsuzluk duygusu uyandırır. Absürd tiyatro yaşamın saçmalığını, akla aykırılığını böylece dile getirmiş olur”.[4]
Sonuç olarak, batı tiyatro geleneğinin tiyatro sanatı için vazgeçilmez saydığı birçok özelliği yadsıyarak, hatta tiyatroya karşı olan bir tiyatro anlayışını savunarak, bilinen tüm tiyatro kalıplarını parçalayan bir gelişimin devamı oluşturmaktadır. Saçma ve uyumsuz bir dünyanın ancak uyumsuzlukla anlatılabileceğini kanıtlamak üzere oyun yazarlığında ve sahne tasarımında uygulanan kuralları hiçe sayarak kendine özgü bir anlatım biçimi oluşturmuştur. Bu anlatımla gerçek parçalanmakta temel birimlerine ayrıştırılmakta ve yaşamdaki uyumsuzluğu dile getirmek üzere yeniden düzenlenmektedir. Olay örgüsünden çok imge yapısının biçim verdiği bu düzenleme insanın ve dünyanın umutsuz, mutsuz, güvensiz durumunu sergiler. Bu bakımdan, didaktik tiyatrodan farklı bir görev ve işlev anlayışına sahiptir. İdeolojik görüşlerin taşıyıcısı olmaktan çok insanın çaresizliğini gözler önüne sermekle doğru bir görev yaptığı inancında olan absürd tiyatro yazar, yönetmen ve uygulamacıları, tiyatroyu yön verici bir sanat olarak değil, yön saptamada yararlı olacak verileri gözler önüne seren bir sanat olarak değerlendirmişlerdir.
Absürd Tiyatro toplumsal yabancılaşmayı bir insanlık durumu olarak almış, dünya savaşlarının yol açtığı, bunalımdan kaynaklanan kötümser, bilinemezci, hiçlikçi, yaşamın mantık dışılığı ve anlamsızlığını ortaya koymaya, insanlar arası iletişimin olanaksızlığını göstermeye çalışmıştır. Bu düşünce yapısı doğrultusunda, geleneksel dramatik biçimleri ve anlamlı diyalog düzenini yıkmış, eylem ve çatışmaya bağlı olmayan bir oyun yapısı kurmuş, mantığa aykırı bir diyalog düzenini oyun dili haline getirmiştir. Absürd tiyatro yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle dünya savaşları sonrasında, öncü sanatlarla birlikte ortaya çıkmıştır. Bu metinlere baktığımız zaman dikkatimizi çeken başlıca özellikler şunlardır:
Belli bir öykü ya da konu yoktur.
Canlı karakterler yok, onların yerine mekanik kuklalar denilebilecek tipler vardır.
Tam olarak açıklanmış bir izlek yoktur, başı ve sonu belirsizdir.
Çağın davranışı yerine, düşlerin ve karabasanların yansıması vardır.
Hazır cevaplılık ve iğneli konuşma yerine, ilintisiz “gevezelik” söz konusudur.
Kişiler belli bir sosyal yaşamın tipleri değil, evrensel tiplerdir.
Sözcük Olarak Absürd:
“Absürd özünde, müzikal bağlamda “armoniden yoksun” demektir. Bu yüzden genel de “bir kural ya da nedene bağlı olarak uyumdan yoksun; akla yatkın olmayan, mantıksız” olarak tanımlanır. Yaygın kullanımın da “absürd” kısaca “saçma” demektir fakat Camus’un kullandığı ve Martin Esslin’in de onayladığı tanım bu değildir. Camus’a göre: “insan durumunun, saçmalığının verdiği metafizik acının dramı”dır. İonesco ise bu deyimden kendi anladığını şöyle açıklamaktadır:
“absürd amacı olmayandır... dinsel, metafizik ve deney ötesi köklerinden kopmuş bir kayıptır, onun bütün eylemleri anlamsız, saçma ve yararsızdır”[1]
Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise absürd “akla, mantığa uymayan, saçma, boş, anlamsız” olarak açıklanmıştır. İnsanlığın durumunun saçmalığına karşı duyulan bu metafizik üzüntü yaygın anlamıyla, Beckett, Adamov, İonesco, Genet, Pınter gibi yazarların oyunlarının başlıca konusudur fakat absürd tiyatro, olarak isimlendirilen akımı tanımlayan, absürd sözcüğünde olduğu gibi yalnızca konu değildir. Yaşamın anlamsızlığına, ülkülerin, saflığın ve amacın kaçınılmaz olarak diğerlerine benzer bir duyguda yazarların yapıtlarının ana konusudur. Absürd tiyatro “insanlığın durumunun anlamsızlığını” duygusunu ve akılcı yaklaşımı, akılcı araçların ve düşüncenin terk edilmesiyle açıklamaya çalışır. İnsanlığın durumunun absürdlüğünü, tartışmayı bırakmıştır, onu yalnızca varlık olarak yani somut sahne görüntüleri açısından sunar. Aynı zamanda değer yitimine uğramış diliyle, sahnenin soyut görüntülerinden çıkacak bir “şiir”e de yatkınlık gösterir. Dil öğesi bu anlamda yine önemli bir rol oynar; ancak, sahnede olup biten, kişilerin ağzından çıkan sözleri aşar ve çoğunlukla onlarla çelişir. Örneğin İonesco’nun Sandalyeler’inde, oyunun şiirsel içeriği söylenen yavan sözlerde değil, onların, sürekli artan sayıda ki boş sandalyelere söylenmesinde yatar.
Eski Geleneklerde Absürd:
Absürd tiyatronun yeni ve her biri değişik bileşimlerle -kuşkusuz çağdaş sorunların ve düşüncelerin anlatımı olarak- sergilediği eski gelenekleri şu dört başlıkta toplayabiliriz:
-“Yalın Tiyatro”; yani sirk ya da revülerde, akrobat boğa güreşçisi ya da mim sanatçılarının çalışmalarında görülen biçimiyle soyut göze yönelik görüntüler,
- Soytarılık, palyaçoluk ve çılgın sahneler,
- Sözel saçmalık,
- Çoğu kez güçlü bir allegorik parça taşıyan düş ve düşlem yazını.
Absürd tiyatrodaki yalın unsur, onun yazın karşıtı yapısının, anlatımın derin düzeyde aktarılması için bir araç olarak dilden uzaklaşmasının görüntüsüdür. Tiyatro her zaman yalnızca dil olmaktan daha fazlası olmuştur. Dil kendi başına okunabilir ancak gerçek tiyatro yalnızca sahnede açıkça görülür. Boğa güreşçilerinin arenaya girişi, olimpiyat oyunlarının açılışına katılanların geçit töreni, ayini yöneten rahibin anlamlı eylemleri, bütün bunlar yalın soyut tiyatro gösterileridir. Derin ve çoğu kez doğaüstü anlam taşır dilin anlatabileceğinden daha fazlasını söylerler.
Ionesco’da nesnelerin çoğalmasında; Godot’yu Beklerken’de şapkalarla müzikhol anıştırmalarında, Genet’in ayinsel ve yalın biçimsel eylemi kullanışında, Adamov’un ilk oyunlarında kişilerin tutumlarının dışavurumunda, Tardeau’nun yalnızca devinim ve sesten, bir tiyatro oluşturma çabalarında, Beckett ve İonesco’nun bale ve mim gösterilerinde, tiyatronun önceki sözel olmayan biçimlerine, o yalın yapısına bir dönüş görürüz.
Soytarı çoğunlukla eski dönemlerin mim oyunlarında görülür. Absürd davranışı, en basit mantıksal ilişkileri anlama yetersizliğinden kaynaklanır. Bir uzantısı da saray soytarılarıdır. Palyaçonun soytarıdan ayrıldığı diğer unsurlar, ağız dalaşı, step dansçılığı ve komik şakalarıdır.
“antik mimus’la bağlantı, ortaçağın palyaço ve soytarıları Commedia d’ell Arte’nin Zanni ve Arlechino’su yoluyla 20. yüzyılın popüler sanatı -Keystone Cops, Charlie Chaplin ve Buster Keaton’un sessiz film komedileri ve daha birçok ölümsüz yorumcuyla- herhalde en büyük başarısı olarak görülecek şeyi aldığı müzikhol ve vodvil komedyenlerinde ortaya çıktı.”[2]
Sözel saçmalık, gerçek anlamıyla doğaüstü bir uğraş, düşünsel evrenin ve mantığının sınırlarını genişletme ve ötesine geçme çabasıdır. Mantık zincirlerinden kurtulan bir düşünsel evrende, istekler insanca davranma kuralları göz önüne alınarak durdurulmaz.
Absürd tiyatronun içinde yer alan eski geleneklerden biri de söylencesel, allegorik ve düşsel düşünce biçimlerinin kullanımıdır. Söylence ve düş arasında yakın bir bağ olduğundan, söylenceler insanlığın toplu düşsel imgeleri olarak adlandırılır. Söylence dünyası akılcı biçimde düzenlenmiş birçok batı toplumunda toplu bir düzeyde etkin olmayı neredeyse tümüyle bırakmıştır. Ancak bireysel deneyim düzeyinde asla tümüyle ortadan kalkmamıştır, kendini çağdaş insanın düşlerinde düşlemlerinde ve özlemlerinde duyar.
Tiyatroda Absürd:
İkinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan ve yaşamın akla aykırılığını, bilinen tüm sanatsal uyumları bozarak sahneye getiren tiyatro akımına absürd tiyatro (uyumsuz tiyatro) adı verilmiştir. Absürd tiyatro gerçeği, mantıklı, değişmez bir düzen ya da tarihsel evrimi içinde diyalektik ilişkiler örgüsü olarak değil anlaşılamayan ve açıklanamayan bir karmaşa olarak görür. Bu uyumsuzluğun ancak geleneksel formların uyumların düzenini bozarak sahneye getirebileceğini kabul eder. Oyunun yapısın da, konuşma örgüsünde, görüntüde yeni ve akıldışı düzenlemeler yapar.
Tiyatroda absürd olanı sergilemek demek kötümserliğin derinlere işlediği umutsuzluğun kol gezdiği bir ortamda saçmanın sanatın kendine özgü, uyumu içinde tanınmasını sağlamak demektir. Bu da sanatın ileri doğru atılmış bir adımı sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında absürd tiyatro ölüme, boşuna yaşamaya, tüm aldatmacalara, korku ve güvensizlik uyandıran gizli düzenlere karşı, sanatın protesto çığlığıdır. Absürd tiyatronun ilke ve kuralları dondurulmuş ve hatta belirlenmiş değildir. Bu akım içinde saydığımız her yazarın, her yönetmenin kendine özgü bir deyişi, bir biçimi vardır. Onun için bu akım (avantgarde) öncü özelliğini korumaktadır. Bununla beraber yazarların yönetmenlerin belli odaklarda kümelenebilen özellikleri dikkate alınarak bir absürd tiyatro akımından söz edilebilmektedir. Bu özellikler akımın sanatçıları tarafından değil, bilim adamları ve incelemeciler tarafından saptanmıştır.
Absürd tiyatronun kaynağı Fransız gerçeküstücülüğüne kadar hatta bu akıma öncülük etmiş olan Alfred Jarry’nin “Kral Übü” adlı oyununa kadar uzanır. Absürd tiyatronun seyirciyi şaşırtmayı, rahatsız etmeyi, hatta acıtmayı amaçlayan yöntemi dikkate alındığında tıpkı öteki çağdaş eğilimlerde olduğu gibi, Antonin Artaud’nun etkisinden uzak kalmadığı görülür. Önce Fransa’da sonra öteki Avrupa ülkelerinde ve ABD”de yaygınlık kazanan absürd tiyatro, Jean Louis Barrault, Roger Planchon gibi yönetmenler, Samuel Beckett, Eugene İonesco, Jean Genet, Harald Pinter, Edward Albee gibi yazarlar tarafından benimsenmiştir.
Absürd tiyatro ortak bir programı olan, ilkeleri kuralları saptanmış bir akım değildir. Belli toplumsal koşulların yarattığı ortak bilincin tiyatroda ki ifadesidir. İkinci dünya savaşını yaşamış olanların, ruhsal durumunu dile getirir. Savaştan sonra bir umutsuzluk dönemi yaşanmaktadır. İnsan düşüncesi, anlayamadığı korkunç güçler karşısında felce uğramıştır. Milyonlarca insanın ölmesi, kitle kıyımları, atomun parçalanması, kentlerin yakılıp yıkılması dehşet uyandırmıştır. Korku ve güvensizlik gibi nedeni az çok bilinen duygular yerini, nedensiz bir endişeye, bunalıma, boş vermişlik duygusuna bırakmıştır. Daha iyi bir dünya düşüncesinin yerini, onarılmaz bir biçimde parçalanmışlığın kabul edilmesi almıştır. İnsan bu dünyada kendini ezeli bir sürgün gibi hissetmektedir.
Absürd tiyatronun dayandığı yaşam görüşü daha önceki öncü, deneyci, akımların baskıya, savaşa, sömürüye, yoksulluğa, adaletsizliğe başkaldıran düzmece bir uygarlık anlayışına karşı özgürlüğü ve insan haklarını savunan yaşam anlayışına benzemez. Absürd tiyatro kötümserdir ve eylemsizdir. Bu akım yazarlarını nihilist olmakla suçlayanlar vardır fakat genellikle absürd tiyatro oyunlarında bir hiçe sayma yerine, bir çaresizlik görülür. Dünyanın trajik olduğu kadar komik olan saçmalığı da onaylanmıştır.
“Absürd tiyatronun amacı dünyanın uyumsuz olduğunu, toplumda insanca bir düzen kurulamadığını, bireye aklının değil, ilkel güdülerinin egemen olduğunu göstermek, böylece insanın kendini hazır düzenlemelerle avutmaktan vazgeçip saçmanın bilincine ermesini sağlamaktır. Tiyatroda oyunla paylaştığı kısa yaşantı sürecinde kendi gerçeği ile yüz yüze gelen insan yaşamın gerçek anlamı üzerinde düşünmeye başlayacaktır. Bu deney insanın uyumsuzluğu görmezden gelmeyi bırakıp saçmayı yasallaştırmasını sağlayacaktır.” [3]
Absürd tiyatroda oyun kişilerinin tanıtımında alışılmış psikolojik açıklamalardan ve ruh derinliğini yansıtmaya özen gösteren gerçekçi oyunculuktan kaçınmak için abartmaya, doğal olmayan oyunculuğa, karikatürize etmeye başvurulur.
“Absürd tiyatroda oyunun bir olay gelişimini gösteren öyküsü yoktur. Öykü kişilerin iç karmaşasının endişelerini açıklayan uzun bir serimden ibarettir. Oyun kat kat iç gerçeğe doğru açılır fakat bu uzun serim, ne kişiliklerin özellikleri ne de içinde bulundukları durum hakkında kesin bir açıklama getirmez sanki amaçsız bir açılım gösterilmektedir. Bu amaçsızlık, uyumsuzluk duygusu uyandırır. Absürd tiyatro yaşamın saçmalığını, akla aykırılığını böylece dile getirmiş olur”.[4]
Sonuç olarak, batı tiyatro geleneğinin tiyatro sanatı için vazgeçilmez saydığı birçok özelliği yadsıyarak, hatta tiyatroya karşı olan bir tiyatro anlayışını savunarak, bilinen tüm tiyatro kalıplarını parçalayan bir gelişimin devamı oluşturmaktadır. Saçma ve uyumsuz bir dünyanın ancak uyumsuzlukla anlatılabileceğini kanıtlamak üzere oyun yazarlığında ve sahne tasarımında uygulanan kuralları hiçe sayarak kendine özgü bir anlatım biçimi oluşturmuştur. Bu anlatımla gerçek parçalanmakta temel birimlerine ayrıştırılmakta ve yaşamdaki uyumsuzluğu dile getirmek üzere yeniden düzenlenmektedir. Olay örgüsünden çok imge yapısının biçim verdiği bu düzenleme insanın ve dünyanın umutsuz, mutsuz, güvensiz durumunu sergiler. Bu bakımdan, didaktik tiyatrodan farklı bir görev ve işlev anlayışına sahiptir. İdeolojik görüşlerin taşıyıcısı olmaktan çok insanın çaresizliğini gözler önüne sermekle doğru bir görev yaptığı inancında olan absürd tiyatro yazar, yönetmen ve uygulamacıları, tiyatroyu yön verici bir sanat olarak değil, yön saptamada yararlı olacak verileri gözler önüne seren bir sanat olarak değerlendirmişlerdir.
Polat İNANGÜL
DE.Ü. Sahne Sanatları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder