Popüler Yayınlar

21 Şubat 2008 Perşembe

PİNA BAUSCH VE ANNE BAK PİNA TEYZE ÇIPLAK

(Yom Sanat - Aralık 2003-Sayı:15 - Polat İNANGÜL)
Hepimizin bildiği gibi Pina Bausch, dans ya da dans tiyatrosu dendiğinde gezegende ilk akla gelecek isimlerden ilkidir kuşkusuz. Yine de bilmeyenler için Pina Bausch ve onun dans tiyatrosu hakkında kısa bir bilgi verelim.

1940’da Almanya’da doğan Pina Bausch Solingen’de bir lokantacının kızıdır. Dansa ilk kez Folkwang Yüksekokulu’nda başlamış. Daha sonra New York’da 2 yıllık öğrenim hayatı boyunca da sürekli, daha güçlü gerçeklik parçalarıyla zenginleştirmiştir dans tiyatrosu anlayışını… Bausch’un sansasyon yaratan ilk gösterisi “zamanın rüzgarında” 1969 yılında Köln Uluslararası Dans Yaz Akademisi’nde koreagrafi yarışmasını kazanmıştır. Bu gösteri koreografi olarak güzel fakat toplumsal eleştiriden uzaktır. Çünkü henüz kendi özgün tonunu bulamamıştır. Buna rağmen iç titretici bir coşku ve dışavurumcu beden tabloları ile büyük bir koreagrafi yeteneğini müjdelemiştir.1973 yılında Wuppertal Balesi yönetimine gelmiş. Burada da gösterilerini “dans tiyatrosu” başlığı altında sunmaya başlamıştır. Bausch bu süreçten sonra ABD ve Avrupa’da iyice tanınmış ve İngiltere’de ise Bausch’a Kanal-4 için hazırlanan üç televizyon programı aracılığı ile çok yakın bir zamanda önem verilmeye başlanmıştır. Almanya ve ABD’de dansçı olarak eğitim gören Bausch farklı milliyetlerden 26 dansçının oluşturduğu kendi dans tiyatrosunda dansçı, yönetmen ve koreograf olarak 33 yaşında en önemli çıkışını yapana kadar (Wuppertal’in başına geçmesi) hem Almanya hem de ABD’de önce dansçı sonrada koreograf olarak yıllarca çalışmıştır.

Bausch’un yapıtlarına bakacak olursak onun grubunda ne yıldızların ne de oynanması gereken rollerin olmadığını görürüz… Oyuncu-dansçıların (bu tanım yazara ait), verilen bir duygu çerçevesinde materyal yaratarak doğaçlamayla kendilerini oynamalarını ve hayali değil gerçek bedenlerden gelen genelliklede gerçek duygularla çalışmalarını ister. Vücut dili temelde bilinçdışı kaynaklardan türer ancak belli bir sekans bir kez yeterince araştırılıp provalarda şekillendirildikten sonra setteki biçimiyle ortaya konur. Bausch gerçek duygularla çalışmakla kalmaz, gerçek zamanla da çalışır. Onun oyuncu-dansçılarından biri 30 dakika dans ettikten sonra “yoruldum” dediği zaman gerçekten de yorulmuştur. Tarihsel zaman yerine öznel zamanın kullanılması normal zaman-mekan sınırlarını yok eder; zaman yeniden yaratılır ve bunun sonucunda izleyici bu deneyimi kendi bedeninde duyumsar. Pina Bausch bir röportajında bunu şöyle açıklar:

“canlı gösterilerde güzel olan, hem dansçıların hem seyircilerin enerjisiyle oluşturulması. Eserlerimin çoğu açık ve seyirciyle birlikte çünkü paylaştığımız duygularımız hakkında konuşuyoruz, birlikte şok olduğumuz, birlikte sevindiğimiz, güldüğümüz şeyler hakkında. Birlikte hissettiğimiz her şey çok gerçek oluyor; bir buluşma gerçekleşiyor. Bu da çok pozitif bir şey…”[1]

Bausch’un çalışmalarının çoğu erkeklerin hükmettiği bir toplumda kadınların bastırılması ve metalaştırılması çerçevesinde kurulduğu halde, kendisi çalışmalarının herhangi bir şekilde feminist diye adlandırılmasını reddeder. Bausch’un çalışmaları uzundur. Genellikle 3 ya da 4 saat sürer. Çalışmalarının hem biçimi hem de içeriğinin yapısal ilkesi ve sahne materyalinin birleştiricisi olarak “montaj ilkesi”ni kullanır. Bausch’un tiyatrosunda bir birlik ve hareketin öne çıkarılması yoktur: Olan biten her şeyi birden görmek olanaksızdır. Çünkü her şey eşzamanlı olarak gelişir ki, bu da postmodern performans sanatlarında kullanılan klasik bir yöntemdir. Ana hareket merkezin dışında olup bitiyormuş gibi geldiği için, “izleyici” doğru yere baktığından asla emin olamaz böylece izleyici kendi belirleyici fantezilerinin gücünü hissetmeye başlar.

Sanatçı her yeni oyununa başlarken müziğin ya da kendi düşüncesinin ürünü bir izlek çerçevesinde dansçılara sorular yöneltir, bu sorulara gelen yanıtları doğaçlamayla harekete dönüştürür. Daha sonra ortaya çıkan anlatım biçimlerinden bir koreografik bütün oluşturur. Bausch’un dans tiyatrosunun sarsıcı etkisi sahne dekoru, müzik kaydı, oyuncu konuşması ve oyuncunun vücut dili arasındaki değişmez uyumsuzlukta yatar. Sahne yapraklar, çiçekler, nemli toprak, ot, su gibi sesin ve kokunun algılanabileceği, belli bir piyesin tonunu ve havasını oluşturan çeşitli doğal maddelerle donatılmış olabilir. Müzik klasikten popülere kadar büyük bir çeşitlilik gösterir. Bausch’un çalışmalarının konuları bir bakıma hep insandır. Çeşitli durumlarda yaşam öyküleri, insan güçsüzlükleri, korkuları, düşleri, sınırsız istekleri, görüntülenir. Gündelik yaşamdan alınmış büyüklük iddiaları, korkaklıklar, küçük ihanetler, anlamsız uzlaşmalar, klişe davranışlar sergilenir. Oyunların çoğunda kadın erkek ilişkileri gündemdedir. Farklılıklar, iletişimsizlikler, saplantılar üzerinden anlaşmazlıklar sahneyi doldurur.

Hiçbir şekilde edebi bir metne bağlı olmayan yazarsız, oyuncusuz, yönetmensiz bir tiyatro üzerine yoğunlaşmasıyla Pina Bausch’un dans tiyatrosu, Brecht’in epik diyalektik tiyatrosunun kamulaştırılmasıdır ( yani ideolojik dizginlerinden kurtarılıp, halka mal edilir) dans duyguları sunma modlarını, Brechtyen tiyatronun rasyonel-bileşiksel iletişimine, kendi biricik katkısı olarak harekete geçirir. Elizabeth Wright ise Brecht’e el koymak adlı makalesinde şöyle diyor:

“Brecht tarihsel olarak belirli bir yapıya dahil edilen özneye etki eden sembolik etkilerle ilgilenirken Bausch öznenin imgeselliğinin bozulmalarını, toplumsal baskıların bir etkisi olarak gösterir ama nedenlerini açıkça tanımlamaz. Bu baskının kopuk tarihini yazmak ve bu baskıyı sürekli yerinde tutan baskının şiddet izlerini ortaya çıkarmakla meşguldür...”[2]

Bausch tiyatro olarak Brecht ile de çelişir çünkü Bausch’un vücut göstergelerini kullanış biçimi ideolojik bağlılıklarına aldırmaksızın oyuncuların gerçek insanlar olarak öznelliklerini ön plana çıkarır. Bu anlamda, gestus, zafer-etkisi, komik unsurun ani bir gestalt dönüşü olarak kullanılması gibi, epik tiyatronun bazı temel kavramlarını kullanan çalışmaları, Brecht’in çalışmalarının kamulaştırılması olarak görülebilir. Fark ise onun oyuncularının kendilerini göstermelerinde yatar: beden ve toplumsal rol arasında sahneledikleri ayrılma, kendi bedenlerinde deneyimlenir ve canlandırılır. Onlar Brecht’in sokak sahnesindeki modeli gibi, yoldan geçen birinin bedenini değil, kendi bedenlerinin göstericileridir.

Bausch’un neredeyse en başından beri kendisine eşlik eden çalışmalarının hala dans olarak mı yoksa daha çok tiyatro olarak mı sınıflandırılacağı sorusu, tüm dünyaca bilinen formülasyonuyla (onu insanların nasıl hareket ettiklerinden çok neyin onları hareket ettirdiği sorusuyla ilgilendirmesi) kendisinin de katkıda bulunduğu bir yanlış anlaşılmadır. Bausch neredeyse 15 yıl boyunca koreograf gösterilerindeki dansları sistematik bir şekilde azalttı. Ancak danstan hiç vazgeçmedi temelde Bausch’un gösterilerinin çoğunun bir bütün olarak dans mı yoksa tiyatro olarak mı sınıflandırılabileceği sorusu yanlış sorulmuş bir sorudur. Bausch’un sahne üzerinde gerçekleştirmeyi başardığı şey tamamen ritim ile iç içe geçmiştir ve dans vari bir şekilde kurulmuştur. Sonuç olarak Pina Bausch dans tarihinde sınırları aşmış ve dansı yeniden tanımlamıştır: Sadece güzelin değil (-ki gösterilerinde her zaman vardır) özellikle özgürlüğün, dolu dolu sevginin, şefkatin ve insanlığın sanatı...

Bausch’un uluslararası ününü sağlayan en önemli yapıtlarını şöyle sıralayabiliriz: Cafe Müller (1978) Kontakthof (1978) Aryalar (1979) İffet Söylencesi (1979) 1980, Pina Bausch’dan Bir Parça, Bandoneon (1980) Vals (1982) Cigarettes in the Dark (1985) Viktor (1986) Atalar (1987) Palermo Palermo (1989) Dans akşamı (1991) v.b

İşte kısaca tanıtmaya çalıştığımız Bu büyük dans ustası geçtiğimiz haziran ayında yine ülkemizdeydi. (Yine diyorum çünkü daha öncede birkaç kez gelmişti) Üstelik bu kez konu olarak İstanbul’u seçmiş ve İstanbul adlı bir proje ile gelmişti. Tüm sanat seviciler (pardon sanatseverler) olarak hepimiz heyecanla bekliyorduk… Ve gösteri anı geldi çattı. Sonra da bitti gitti. Daha önce de Pina Bausch izlemiş ve Pina Bausch üzerine üniversitede seminer vermiş biri olarak hayal kırıklığına uğradım. Bu gördüğüm hiçte benim daha önce izlediğim ve üzerine yazılan tüm yazılarını okuduğum Pina teyzenin çalışmalarına benzemiyordu. Ben kendi kendime acaba anlayamadığım bir şey mi var diye düşünürken basında ve televizyonda benimle aynı düşüncede insanlar olduğunu gördüm. Demek ki tek “anlamayan” ben değilmişim. Ancak sevgili organizatörler ve bir “hısım” sanatseverler durumu kurtarmaya çalışarak “bu bir soyut İstanbul’dur, sizi yanıltmasın bu İstanbul’un ruhunun sesidir” gibi sözler sarf edip durumu kurtarmaya çalıştılar. Oysa herkes görmüştü ki kral (pardon Pina Teyze) çıplaktı. Bu sanat sevicilerimiz (pardon sanatseverlerimiz) elbetteki çıplak olduğunu söyleyemezlerdi. Çünkü o zaman Pina Teyze kızar ve bir daha da gelmezdi (diimi ama!) Böyle olunca “soyut İstanbul” deyimini pek sevdiler. Çünkü “soyut” kelimesi bir kurtarıcıdır ve neyin önüne gelirse gelsin mistik anlam ve gizem katar böylece de eğer o şeyi beğenmediysen yandın! Kesin anlamamış konumuna düşersin. Böyle olmaması içinde hemen sesini kesip “breh breh vay be adamlar yapmış” demen gerek. Lakin gel gelelim ben sesimi kesmiyorum ve kralın çıplak olduğunu söylüyorum. Öncelikle haksızlık etmemek gerek. Türkiye’de İzlediğim birçok gösteri sanatlarından daha iyiydi fakat gösterinin İstanbul ile bir ilgisini kuramadım. Hamam sahnesini, Türkçe replikleri ve Türk müziğini çıkarın adını ister Meksiko City, ister Budapeşte, isterseniz Mogadişu projesi koyun fark etmez. Daha sonra öğrendik ki Pina Bausch ve grubu İstanbul projesi için İstanbul’da sadece iki hafta kalmış, yanlış duymadınız iki hafta, yani 15 gün, yani 360 saat, evet evet bildiğimiz iki hafta… ve bu süre içinde İstanbul gibi bir kentin havasını kokusunu ve ruhunu çözdüler, üstüne birde sanat olayı gerçekleştirdiler. Üstelik dans tiyatrosu olan bir grup anlattığı kentin insanlarının danslarından hiç etkilenmeden -birkaç göstermelik figürü saymaz isek- yaptılar bu işi. (Breh breh adamlar yapmış bea!). Sonrada bunu bize yutturdular(!) Peki bunu hepimiz yuttuk mu? Elbetteki hayır, kimilerinin boğazına takıldı ama her neyse. Yani özetleyecek olursak şu bir gerçektir ki Pina Bausch ve grubu bu çalışma üzerinde titizce çalışmamışlar ve çok acıdır ki pek önemsememişler. Oysa daha önceden Pina Bausch izleyenler bilir, Bausch ve grubu isteseler çok daha mükemmel bir çalışma sergileyebilirlerdi eğer bu işi ciddiye alsalar idi. Gözlemlerini 15 güne sıkıştırmaz daha fazla zaman ayırabilirlerdi. Yok eğer İstanbul’a ayıracak vakitleri yok ise de bu projeden vazgeçip iş olsun diye iş yapmamalıydılar. Lakin onlarda biliyor ki sanat sevicilerin (pardon sanatseverlerin) çok fazla olduğu İstanbul’da bunu yutturmak, yutturamasalar bile gargara yaptırmak çok kolaydı. O yüzden kendilerini yormadan bu işin altından kalktılar. Peki bu konuda bize ne yapmak düşüyor? Bu sorunun yanıtı ise çok kolay: Yaşamda ki her şey adına, (unutma! konumuz sanat), öyle ise sanat adına yapılan tüm kötü, ciddiyetsiz ve titizlikten yoksun olan her şeyi acımasızca eleştirmek ve sonunda kellenin gideceğini bile bile “kral çıplak” diyebilmek…


KAYNAKÇA
-Agon, Sayı 10
-CANDAN, Ayşin,Yirminci yüzyılda öncü tiyatro, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul-1997
-ÇALIŞLAR, Aziz, Yirminci Yüzyıl Tiyatrosu, Mitos-Boyut Yayınları İstanbul 1994
-Dans Müzik Kültür, Sayı 64
-Sanat Dünyamız, Sayı 85
-Yeni Binyıl, 2.Haziran.2000
www.pinabausch.de

[1] Sanat Dünyamız, Sayı 85, Sayfa 28[2] Agon, Sayı 10, Sayfa 92

18 Şubat 2008 Pazartesi

ŞİİR


Canım yiğenim Yaren'imden biz büyüklere bir şiir...

ŞİİR (31.12.2007)

Su gibi ömrünüz olsun
Toprak hızlı aksın
Herkes mutlu olsun
Fakirler sıcacık olsun
Bebekler çabuk büyüsün okusunlar
Kaybolanları bulsunlar
Silgiler kalemler kalemtraşlar
Herkeste olsun
Herkesin evleri olsa
Herkesin oyuncakları olsa

Sevgilerle
Yaren Başbuğa