Popüler Yayınlar

12 Aralık 2014 Cuma


Aziz Nesin taşlamalarının günümüze uyarlanması olan "Azizname'15" adlı oyunumuz
13 Aralık Cumartesi Saat: 20.00' de
Fuar İzmir Sanat Sahnesi'nde...



                Aziz Nesin'in  taşlamalardan oluşan bu eserine İstanbul 2.Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. 4 ay tutuklu olarak süren dava sonunda mahkumiyet almadı ama kitap yasaklanarak toplatıldı. Daha sonra berat ederek sayısız baskıya ulaştı… Nesin, Azizname'de hem sistem eleştirisi yaparken hem de toplumsal eleştiriyi, en ince, en komik tarafıyla, kıvrak zekası ve usta kalemiyle buluşturmuş.
  
                Birçok eleştirmenin Türk Tiyatrosu’nun klasikleri arasında saydığı Azizname, aynı adlı eserden Yücel Erten'in 1995'te "Azizname'95" adıyla tiyatro dünyamıza kazandırdığı kara mizah türünde bir oyun…  Üzerinden yıllar geçse de güncelliğini koruyan oyun, tiyatromuz tarafından kimi bölümleri günümüze uyarlanarak Azizname'15 adıyla tekrar karşınızda… İyi seyirler…


Yazan: Aziz Nesin
Uyarlayan:  Yücel Erten
Yöneten: Polat İnangül
Yön. Yard. ve Danslar: Nuray Demir
Müzik: Gülay Sarbay

Oynayanlar:
İbrahim Özdemir
Gül Kaptan
Mehmet Ünal
Bekir Turbalıoğlu
Özkan Ateş
Başak Esmer
Dilek Karakul
Aslım Yeşil
Mezide Akarca
Anıl Genç
Ahmet Cevher
Songül Serap Çavuş
Berivan Çelik
Polat İnangül

Teknik:
Renge Erdinç
Özer Alptekin
Hakan Çoban



31 Ekim 2014 Cuma

KÜLTÜREL SANATLA TİCARİ SANATIN ARASINDA OLMAK ya da FAŞİZME KARŞI BRECHT DURUŞU

(SAHNE DERGİSİ - Sayı.61 - Polat İNANGÜL)
(Ah Hollywood ile Brecht Dosyası, Adlı Oyunların Yöntembilimsel Açıdan Karşılaştırılması)

Hitler Almanyası olduğu kadar, II.Dünya Savaşı sonrası Amerika’sı da kitleler üzerinde derin etki bırakmıştır. Nazi zulmünden kaçan Avrupalı aydın ve sanatçılar için ABD bir sığınma noktası olmuştur. Ancak bu aydın sınıf burada da aradığını bulamamış ve Amerika’nın sancılı bir dönemi olan McCarthy Dönemi’nin (komünist avı) kurbanları olmuşlardır. Onlarla birlikte ABD’li aydınlarda bu süreçten payına düşenleri almıştır. Başta dünyaca ünlü komedyen Charlie Chaplin, yazar Lillian Helman, Arthur Miller, tiyatro kuramcısı ve yönetmeni Bertolt Brecht bunlardan sadece birkaçıdır. Bu dönem birçok aydın ve sanatçı sorgulamadan geçirilmiş ve bu “cadıkazanı”ndan nasibini almışlardır. Geçmişinde sayısız utanç verici uygulamalara sahip olan Amerika, acı ve haksızlık dolu McCarthy dönemiyle de sanat ve edebiyat dünyasına çok katmanlı bir malzeme olmuştur. Burada inceleyeceğimiz her iki oyunda (Christopher Hampton: Ah Hollywood, George Tabori: Brecht Dosyası) II.Dünya Savaşı sırasında Amerika göçmenlerini yaklaşık aynı dönemde farklı açılardan ele alan oyunlardır. Bu oyunlarda en belirgin ortak nokta ise Alman tiyatro adamı Bertolt Brecht’in konu edilmesidir. Brecht epik tiyatronun kurucusu ve kuramcısı olarak XX.Yüzyıl tiyatrosuna damgasını vurmuş önemli bir tiyatro adamıdır. Aynı zamanda tiyatro dünyasına kazandırdıklarının yanı sıra yaşamıyla da birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Burada da göreceğimiz gibi, gerek C.Hampton, gerekse G.Tabori onun yaşamından kesitler alarak yarı kurgu, yarı gerçek oyunlar yazmışlardır.

G.Tabori 1914 doğumlu bir Macar Yahudisidir. Yükseköğrenimi Berlin’de tamamlamış ve sonrasında Budapeşte’de çevirmen ve gazeteci olarak çalışmaya başlamıştır. Daha sonra Londra’ya göç etmiş, 1947 yılında da önce Hollywood’a sonra da New York’a yerleşmiştir. Aynı yıl ABD’de bulunan Brecht’le tanışmış,  Brecht’in Galile’nin Yaşamı adlı oyununun İngilizce metninin hazırlanmasında Brecht’in yardımcılığını yapmıştır.  Daha sonra Brecht’in yapıtlarından bazılarını İngilizceye çevirmiştir. Yeni oyunlar yazan Tabori aynı zamanda Brecht, Strindberg, Max Frisch’in öykülerinden sahne için uyarlamalar da yapmıştır. Tabori’nin babası ve yakın akrabaları Auschwitz Kampı’nda Naziler tarafından öldürülmüşlerdir. Eserlerinden bazıları şunlardır:  Taşın Altındaki, Sol Elin Ahbapları, Mısır’a Kaçış, İtiraf Ediyorum, Kutlama, Kavgam, Weismen ile Kızılyüz, Bir Casus’a Ağıt, Brecht Dosyası.
Brecht Dosyası Tabori’nin son oyunudur. Oyunun 1940’lı yıllar da Brecht’in Amerika’daki sürgünü sırasında FBI ajanlarınca izlenmesini ve Senato Komisyonu tarafından sorgulanmasını kara güldürü türünde yansıttığını görürüz. Oyun aynı zamanda ABD’deki McCarthy baskı döneminin içyüzünü de ortaya koymaktadır.

“ ABD, II.Dünya Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş dönemine girmiştir. Rusya'nın güçlenmesi Amerikan hükümetini rahatsız eder. ‘Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi Parti Senatörü’ Joseph McCarthy, ülkede bir komünist avı başlatır. Pek çok aydın, politikacı, sanatçının hayatını söndüren bu ava çok az kişi karşı çıkabilir. McCarthy ve çalışanları komünist parti ya da sempatizanları hakkında kanıtsız suçlamalarla kötü bir şöhret kazanmışlardır”.[1]

Oyunda bu durumun örneklerini bulmak olasıdır. Başta komşusunu dahi ispiyonlayan muhbirler, gizli dinleme ve izleme araçları, homoseksüel FBI ajanları, Hollywood yıldızlarının özel yaşamlarının takip altına alınması, oyunun temasının bazı önemli parçalarıdır. Yöntembilimsel açıdan baktığımızda Tabori’nin kendisinin de bir süre gizli istihbarat ajanlığı yapmış olması, oyunun ustaca kurgusu için bir zemin oluşturduğunu düşünmeye yönlendirir bizleri. Bu bilgi oyuna bakış açımızda bizlere ayrı bir zenginlik katmaktadır şüphesiz. Özellikle sorgu sahnelerin sağlam diyalog yapısı ve karşılıklı bir düelloyu andıran çift anlamlı sözcüklerle kurulmuş konuşturma örgüsü bunun bir göstergesidir:

“1.D: Bay Brecht, ABD’de bulunduğunuz sürece komünist partinin herhangi bir toplantısına katıldınız mı?
BRECHT: hayır, sanmıyorum.
1.D: sanmıyor musunuz?
BRECHT evet.
1.D: emin değimlisiniz yani?
BRECHT yo eminim… evet evet, eminim.
1.D: komünist partisinin toplantılarına hiç  o atopherdlı eseri ile George talır.(Hitler İktidarı) ile Amerikan faşizmilantısına katıldınızmı?
katılmadığınıza emin misiniz?
BRECHT evet, sanırım öyle. Altı yıldır buradayım… burada bu… sanmıyorum. Siyasi toplantılarda bulunduğumu sanmıyorum.
1.D: siyasi toplantıları unutun. Birleşik devletlerde ki herhangi bir komünist toplantısına katıldınız mı?
BRECHT sanmam, hayır.
1.D emin misiniz?
BRECHT emin olduğumu sanıyorum.
1.D: Emin olduğunuzu sanıyorsunuz ha.”[2]

Belgesel nitelikteki bu oyunda, Hollywood’un birçok ünlüsüyle birlikte (Greta Garbo, Boris Karloff, Charles Laughton, Şarlo gibi) Brecht ve karısı Helene Weigel’i de görürüz sahnede. Bir dönemin cadıkazanına dönüşen bu atmosferden Brecht’de nasibini almıştır.

Yazar oyunu dilimler (epizotlar) halinde ele almıştır. Burada en son vedalaşma epizodunu saymazsak, oyunda sadece ilk ve son bölümler FBI bürosunda geçmektedir. Bu da bize ağırlıklı olarak sorgunun değil, sorgu sürecinin yazar tarafından ön plana çıkartılmak istendiğinin bir göstergesidir. Bu açıdan baktığımızda oyun öncelikli olarak Brecht’in sorgu sürecini ele almaktadır. Oyunda Brecht ancak en sonda karşımıza çıkar. Oyunun temelini oluşturan da bu dokuzuncu dilimdir. O ana kadar metin Brecht açısından hiçbir aidiyetlik taşımamaktadır. Çünkü Brecht’in geçirdiği bu sorgu süreci aynı zamanda bu avdan nasibini alan tüm aydınlar için de geçerlidir. Diğer bir deyişle dokuzuncu epizota kadar olan kısım küçük değişikliklerle o dönem için “tehlikeli” sayılan herkes için geçerlidir. Örneğin bazı isimleri değiştirerek bu durumu, Charlie Chaplin ya da Arthur Miller’a uyarlamak son derece uygundur. Metni Brecht üzerine yazılmış bir metin yapan dokuzuncu epizottur. Oyun burada Brechtleşir! Çünkü o sorgu anında Brecht kendi kıvrak zekasını, cesaretini ve sadakatini ortaya koyarak farkını gösterir. Binlerce aydın o sorgudan geçirilmiştir. Ancak Brecht belki de onların içinde en “tehlikeli” olmasına rağmen kendini savunmayı, dostlarını korumayı bilmiştir. Oyun özünde bu durumu anlatır bize.
Diğer yandan oyunda kimi zaman yer verilen Brecht’in şiirleri ile de, onun dünya görüşü hakkında okuyucuya bilgilendirilme yapılırken aynı zamanda da metne akıcılık kazandırılmıştır…

“Yedi Thebai’yi kim yaptı?
Kitaplarda kralların adları yazılı.
Kocaman kayaları kralları mı taşıdı?
Kaç kez yıkılan Babil’i
Kim inşa etti hep yeniden?
Altın pırıltılı Lima’da
İnşaat işçileri’nin evleri nasıldı? (…)[3]
 (…) ah biz ki
Dostluğun zeminini hazırlamak istiyorduk
Kendimiz dost olamadık.
Ama sizler, insanın insana yardımcı olduğu
Günlere erişirseniz eğer
Anlayışla anın bizleri.”[4]

Yani Brecht’in adını ilk kez bu metinde duyan bir okuyucu dahi aslında onun sosyalist bir düşünceye sahip olduğunu şiirlerinden tahmin edebilir ve böylece suçlandığı durum ile kendisi arasında bir paralellik kurulduğu halde, FBI ajanlarının elinden kurtulması okuyucuda Brecht’e karşı bir hayranlık doğurur. Diğer yandan ispiyoncu komşu Bayan Finnegan olduğu gibi, Brecht’i savunun Profesör Applebaum gibi dostları da vardır. Ancak Profesörün, Brecht’i savunması hayatının mahvolmasına neden olur. Brecht hakkında aradıklarını Applebaum’da bulamayan ajanlar onun küçük bir kıza tecavüz ettiğini ileri sürerler. Bu durum gerçek mi iftira mı oyunda açıkça belirtilmemiştir. Ancak oyunda ki birkaç veri iftira olduğunu kanıtlar gibidir:

“APPLEBAUM (kapıyı açıp haykırır) Defolun!
(Gallagher kapıya yürür, çantasını açar, birçok kız donu yerlere saçılı, çantayı Applebaum’un kafasına geçirir)”[5]

Buradan da anlaşıldığı gibi bir değil birçok kız donu çıkar çantadan. Bu durum bizde ajanların sorguladıkları kişileri emin olamadıklarında kurbanlarını küçük düşürecek planlar uyguladıklarını kanıtlar gibidir. Bununla birlikte aynı sahnenin sonunda Ajan Shine’ın Yahudice bir suçluluk duygusuna kapılmış gibi bir an duraklaması[6] da bizde suçlamanın yalan olduğu duygusunu doğurur. Kendisi de Yahudi olan Ajan Shine Yahudi bir aile olan Applebaumlar’a karşı suçluluk hissetmiştir.  Bayan Applebaum’un kolundaki toplama kampı numarası ve yine aynı epizottaki, şu diyaloglardan Applebaumlar’ın da Yahudi olduğunu anlarız.

“(… Gallagher  geri  gelir)
GALLAGHER: Şapkamı unutmuşum.
BAYAN APPLEBAUM: Cumartesi günleri başı açık dolaşmak doğru değil.”[7]

Bilindiği gibi cumartesi günleri Yahudilerin kutsal günüdür ve o gün Yahudiler başlarını şapka ya da benzeri şeylerle kapatırlar. Diğer yandan Profesör Applebaum’un bu olayın hemen peşinden intihar etmesi ise durumun bir iftira olduğu kanısını güçlendirir.
Tarihsel olaylara dayalı bu yarı kurgu yarı gerçek, acımasız, alay dolu diyaloglara sahip oyunda konuşturma örgüsüne baktığımızda tiradlar dışında diyalogların çoğunlukla kısa cümlelerden oluşturulduğunu görüyoruz. Bu ise oyuna basitliğe kaçmadan sadelik katıyor.
Oyunun yapısına baktığımızda ise tek perde ve kısa epizotlarla yazılmış olduğunu görürüz. Bu bize daha çok sinemasal bir anlatımı çağrıştırır. Benzer bir yapı yine aynı dönemi ele alan Christopher Hampton’un Ah Hollywood adlı oyununda da karşımıza çıkar.
1946 doğumlu C.Hampton,  Oxford’da eğitim görmüştür. Annemi En Son Ne Zaman Gördün adlı ilk oyunuyla tiyatro çevrelerinin beğenisini kazanır. “Yılın En İyi Oyunu” ödülünü kazanır. Burjuva komedilerinin yanı sıra toplumsal sorunları da ele alan oyunları vardır. Sinema ve TV için senaryolar yazmıştır. Diğer oyunları ise şunlardır: Vahşiler, İkramlar, Yardımsever, Viyana Öyküleri, Don Juan Savaştan Dönüyor…

II.Dünya Savaşı sırasında Almanya’yı terk ederek ABD’ye sığınan Thomas ve Heinrich Mann, B.Brecht gibi yazar ve aydınların, Hollywood'da geçen hayatlarını kurmaca olarak anlatan oyunda, Avusturyalı yazar Ödon Von Horvath anlatıcı olarak görev alır ve burada oyunun merkezine oturtulur. Oyunda Greta Garbo, Johnny Weismüller gibi film yıldızları da kısaca yer alır. Hollywood’da Brecht, Thomas ve Heinrich Mann gibi yazarlar, ancak Warner Brothers’a film senaryosu yazarak geçinebilmektedirler. Bu yazarlar zorunlu olarak ABD ticari yaşamına ve kültürüne ayak uydurmaya çalışırlarken, Alman sanatçılar olarak da ülkelerine olan sorumluluklarıyla karşı karşıyadırlar. Bu süreçte Brecht, sanat çevresini örgütlemeye çalışırken, T.Mann’ın fırsatçı tavrıyla, kardeşi Heinrich’in siyasal içtenliği, düşünsel bir çatışma olarak verilmiştir.


II.Dünya Savaşı’nda ABD’deki göçmen sanatçıların sorunlarını işleyen bu metinde Tabori’nin Brecht Dosyası ile benzerlikler bulmak olasıdır. Bu oyunda tıpkı Brecht Dosyası gibi epizotik yapısı, kısa anlatım ve geçişleri ile bizlere film senaryosunu andırır. Diğer bir benzerlikse oyunun Brecht Dosyası gibi yarı tarihsel, yarı kurgusal olarak ele alınmış olmasıdır. Ö.V.Horvath, gerçekte Brecht’le aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen onunla tanışma şansı olmamıştır. Oyunda ikisinin karşılaşması Hampton’un yarattığı bir metafordur. Yine oyunda ki kurgusal bir metafor ise Horvath’ın yanındaki adamın, altında bulunduğu ağaca yıldırım düşmesi sonucu ölmesidir:

“HORVATH: (…) sığındığımız yerin çok yakınında rüzgar birdenbire bir ağacı devirmişti. Bu ağaç bizimkinin üzerine düştü. Başımızın üstündeki koca dal hafif bir emme sesiyle gövdeden koparak genç adamın kafasına çarptı. (Genç adam hiçbir ses çıkarmadan dizleri üstüne çöker. Sonra karın üstü yere yığılır. Işığın aydınlattığı kafasının arka tarafı yumurta kabuğu gibi ezilmiştir…)”[8]

Oysa bu ölüm biçimi Horvath’ın kendisinin ölüm biçimidir. Diğer yandan iki oyun arasındaki başka bir paralellikse, oyunların zaman olarak aynı dönemi ele almalarıdır. Yukarıda da dediğimiz gibi, her iki oyunda da Brecht karakteri karşımıza çıkar. Ancak Tabori’nin oyununda metnin hem öyküsel, hem de düşünsel anlamda ana ekseninde olan Brecht, Hampton’un oyununda öyküsel anlamda yalnız değil, T.Mann ve H.Mann ile birliktedir.
Oyunun temel çatışma noktası Avrupa’nın kültürel sanatı ile ABD’nin ticari sanatının karşı karşıya gelmesidir. ABD’de para tüm yaşama ve sanata egemen olmuşken henüz Avrupa değerlerini korumaktadır. Bunu şu sözlerden anlarız.

“HORVATH: Avrupa’da yoksul ama haysiyetli olabilirsiniz. Ama Amerika’da yoksul olmak onur kırıcıdır.”[9]

Aynı sorunu yazar ikinci kez Brecht’in ağzından dile getirir:

“BRECHT: Burada düşündükleri tek şey: satmak satmak satmak. Bizde ise kan, toprak, ırk saflığı. Burada satmak. Ellerinden gelse keneflerde sidiklerini satacaklar.”[10]

ABD’ye göç eden yazarların sanatsal yaratım ile sanatçının yaşam savaşı çelişkisi de bu noktada ortaya çıkıyor. Bu çatışma noktasında T.Mann oportünistçe bir tavır sergilerken, kardeşi Heinrich karısının ölümünden kendisini sorumlu tutarak hayata yenilir. Ancak yalnızca Brecht bu çatışmadan değerlerini yitirmeden ayakta durabilir. Bu üç karakter ABD’deki bu dönemin sancılı karakterlerinin birer temsilcisidirler. Heinrich, değerlerine sahip kalıp ancak zayıf düşen yenilen karakterlerin temsilcisiyken, kardeşi Thomas, “durumdan vazife çıkaran”ların temsilcisidir. Brecht ise, inandığı değerlere sahip çıkarak ne zayıf düşer, ne de bu sancılı süreci fırsat bilip kişisel çıkarlara boyun eğer. O gerçek bir sanatçı ve aydın örneğini temsil etmektedir. Bir başka anlamda, bu tavrıyla faşizme karşı öznel bir direniş, bir duruş yaratmıştır. Bu yönüyle de oyunda öyküsel anlamda ön planda olmasa dahi, oyunun iletisi açısından düşünsel boyutta ön plana çıkmaktadır. Bu açıdan Tabori’nin Brecht’i ile paralellik kurulabilir. Her iki metinde de Brecht karakteri ne yaptığını bilen ayakları yere basan bir karakterdir.
Metin dili açısından ise, Hampton, -tıpkı Tabori gibi- konu entelektüel bir nitelik taşımasına rağmen, oyun kişilerini didaktizme kaymadan yalın ve ironik bir dille konuşturmayı ustalıkla başarmıştır. Tarihsel olaylara dayalı bu acımasız, alay dolu diyaloglara sahip oyun, Brecht’in ABD’yi terk ediş sahnesi ile sona erer.
Sonuç olarak gerek C.Hampton’un Ah Hollywood’u, gerekse G.Tabori’nin Brecht Dosyası, Alman faşizmi (Hitler İktidarı) ile Amerikan faşizmini (McCarty komünist avı) karşı karşıya getirir. Aynı zamanda bu iki baskı arasında kalan sanatçı(lar)ın siyasal eylem ile sanatsal eylem ikilemindeki çıkmazlarını ele alırken Avrupa’nın kültürel sanat anlayışı ile ABD’nin ticari sanat anlayışının da çelişkisini vurgular.
                                                                                              Polat İNANGÜL

KAYNAKÇA 
BROCKETT, Oscar G. Tiyatro Tarihi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara-2000
HAMPTON, Christopher, Ah Hollywood, Can Yayınları, İstanbul-1991
NUTKU, Prof.Dr.Hülya, Doktora Ders Notları, İzmir - 2005
TABORİ, George, Brecht Dosyası, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul-2000
ÖNDEŞ, Osman, II.Dünya Savaşı, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1980



[1] ÖNDEŞ, Osman, II.Dünya Savaşı,  Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1980
[2] TABORI, George, Brecht Dosyası, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul-2000, S:51
[3] a.g.e S:21
[4] a.g.e S 32
[5] a.g.e S 25
[6] a.g.e S 26
[7] a.g.e S 26
[8] HAMPTON, Christopher, Ah Hollywood, Can Yayınları, İstanbul-1991 S:8
[9] a.g.e  S:28
[10] a.g.e S 45

19 Ekim 2014 Pazar

Aslolan Ne Gördüğün Değil, Ne Düşlediğindir


 Oliver Hailey’in Hey Işıkçı Adlı Oyunu Üzerine Yöntembilimsel Bir Çözümleme
Afrodisyas Sanat, Sayı: 47 Eylül- Ekim 2014 - Polat İNANGÜL) 
                                           
1932’de Teksas’da doğan Oliver Hailey, oyun yazarı olmakla birlikte, televizyon dünyasında da popüler isimlerden biridir. 1957 yılında The Dallas Morning News adlı gazetede muhabirliğe başlayan Hailey, 1960’da kendisi gibi gazeteci olan Elizabeth Forsythe ile evlenmiştir. İlk oyunu olan Hey You Light Man (Hey Işıkçı) 1962 yılında dönemin sanattan uzak, ticari kaygısı yüksek olan Broadway tiyatrolarına karşı tepkiyle gerçekleşen “Off-Broadway”de New Haven’da sahnelenmiştir. Oyunun ilk baskısı 1964’de New York’da The Yale School of Drama Presents tarafından yapılmıştır. Televizyonun yaygınlaşması ile ekonomik sıkıntıya giren tiyatro dünyasından, televizyona geçerek burada dizi ve show senaryosu yazmaya başlamış, Karısı E. Forsythe ile de birlikte birçok programa imza atmışlardır. Ayrıca ülkemizde de televizyonun ilk yıllarında beğeniyle izlenen Mc Millan ve Karısı (1971) ve Cosby Ailesi (1984) dizilerinin de senaryo yazarı olan Hailey, 23 Ocak 1993’da yaşamını yitirdi. Başlıca Yapıtları Şunlardır: Hey You Light Man(1962), McMillan and Wife(1971), The Cosby Show(1984), I Won't Dance(1981), Father's Day(1971), First One Asleep, Whistle(1966) Murder, She Wrote(1984), Love Sidney(1981), Family (1976), Hollywood Television Theatre.
        Hey Işıkçı’da sıradan sorumlulukları dahi yerine getirmekten aciz bir erkekle, toplumda ezilmiş ve dört duvar arasına sıkışmış bir kadının hayal dünyasında ne kadar geniş ve yaşam dolu olduğunu görürüz. Oyunda öne çıkan tema, düşgücü olmakla birlikte, aidiyetlik duygusu, yalnızlık, sorumsuzluk, aşk, kan bağıyla oluşan sevgi ve sevgisizlik, yerleşik kaygılara karşı çıkış gibi yan temalarda söz konusudur.
            Oyunu özetlemek gerekirse, Ashley Knight ortayaşlı bir oyuncudur. Evli ve iki çocuğu vardır. Ancak evliliği sorunludur. Karısı ve çocukları tarafından aşağılanmaktadır çünkü Knight özgür bir yapıya sahiptir ve bu yüzden sıradan insanın sorumluluklarını, aile reisi, babalık, iyi bir eş v.b. yerine getiremez. Böylece evinden daha çok, çalıştığı tiyatroda sabahlar. Oynadığı oyunun dekoru da bir ev dekoru olduğundan sahnede kalmak onun için daha çekicidir ve çoğu gece eve gitmez. Yine böyle bir günün sonunda, sahnede oturmuş, kendisine bir içki doldurmuş, pikaba da bir plak koymuştur. Ancak o sırada seyir yerinde uyuya kalmış Lula Roca ile karşılaşır. Lula alımlı bir kadın olmasına rağmen üzerinde kendisine yakışmayan bir elbise vardır. Arkadaşı Mabel Le Grain ile oyun izlemeye gelmiş fakat uyuya kalmıştır. Uyandığında sahnede Knight’ı görünce çıkmak ister. Knight ancak sahne arkasındaki kapının açık olduğunu söyler fakat Lula buna sıcak bakmaz çünkü kocası bir tiyatroda teknik elemanken kaza sonucu yaşamını yitirmiştir. Lula da kocası öldüğü için en yakın arkadaşı Mabel’in evine taşınacaktır. Arkadaşının, Knight’in hayranı olduğunu ve kendisini zorla getirdiğini söyler. Mabel ortayaşlı, bekar fakat erkekler konusunda Lula’ya oranla daha fazla bilgilidir ve kısmen de olsa dış dünyadan haberi vardır. Tüm bunlar onun Lula üzerinde etkili olmasını sağlar. Knight ise Lula’ya bekar olduğunu söyler. Lula da ona çocuklarının ölümünden bahseder. Çocukları kocası ile birlikte gittiği bir piknikte kaza sonucu ölmüştür. Bu diyaloglar sürerken Knight Lula’yı bu gece sahnede kalması için ikna eder. Ancak ikisi de birbirinden hoşlandığı halde aralarında bir şey geçmez çünkü ikisi de bayağı gözükmemek uğruna duygularını bastırır. Lula ertesi sabah Mabel’i Knight ile tanıştırmak için tiyatroya çağırır. Tam Mabel ile Knight’ı tanıştıracağı sırada, ailesinin geleceğini öğrenen Knight hemen oradan uzaklaşmaları gerektiğini söyler ve başka bir tiyatroya giderler. Ancak ailesi onu orada da bulur. Lula burada Knight’in ailesi ile tartışmasına hem tanık olur, hem de tartışmaya dahil olur. Knight’in gerçek isminin de Orville Sheden olduğunu öğrenir ve kaçmasına yardımcı olarak her şeye rağmen onu sevdiğini gösterir.
       Oyunda dramatik olan, günümüz kadınının önemli sorunu olan, “kocanın gölgesinde varolma” duygusuda ki Lula’nın, kocasının ölümünden sonra kendisine aidiyetlik hissettirecek bir arayışa girmesi ve bu arayış sonucu Knight ile tanışmasıdır. Burada dramatik yapının ateşleyicisi, Lula’nın izlediği oyunun sonunda uyuya kaldıktan sonra Knight ile geceyi geçirmeyi kabul etmesidir.


Yalnızlık Duygusu,  Ait Olma İsteği ve IV. Boyut
Hey Işıkçı, oyun alanında ve oyun süresince, oyunla gerçeğin birlikte yaşanmaya başladığı ve gerçek ile düş gücünün iç içe geçtiği yapısı ile farklı ve zengin bir kurgu içermektedir. Sahnenin kendisinin, kendisine malzeme edilmesiyse oyunun yanılsama gücünü iki katına çıkarır. Oyunda yazar tiyatronun kendisini konu alarak bir anlamda, aynaya ayna tutarak IV. boyuta ulaşmayı başarmıştır.  Bunlar sırasıyla şöyledir :

I.                   Seyircinin kendi gerçek boyutu. (Oyunu izlediği zamanı kapsayan süreç)
II.                Sahnede oynanan tiyatro oyunu.
III.             Bu oyunundaki sahnede yaşanan Lula ile Knight’in yaşadığı gerçeklik.
IV.             Lula ile Knight’in yaşadığı gerçekliğin içinde, Knight’in ışıkçıya seslenerek, projeksiyon (yansıtım)  ve sahne ışıklarıyla oluşturulan sanal ormanda ki düş gücü.
Bu açıdan baktığımızda oyun iki gerçek ve iki yanılsama olan dört boyut üzerine oturtulmuş ve iki karakter üzerine kurulmuştur. Diğer yandan oyun her ne kadar Knight’in öyküsü gibi gözükse de gerçekte, Lula karakteriyle, bireyin yalnızlığından çıkarak, kendini bir yere ait hissetme duygusu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Oyunda ki ana karakterlerin ikisi de (Lula ve Knight) yaşamın belli bir dönümünde olumsuz bir deneyim yaşamışlardır. Bu yüzden kendilerini farklı bir yerde ifade etmeye çalışırlar. Sürekli kocasının gölgesinde yaşayan Lula için geçiş noktası, kocasının ölümüyle yalnız kalmasıdır. O dakikadan sonra dayanacak ve kendisini ait hissedecek bir yer aramıştır. Böylece zaten sınırlı çevresi olan Lula, arkadaşı Mabel’e sığınmaya karar verir çünkü Mabel bir anlamda kocasının karşılığıdır. Kişisel erki yüksek ve Lula üzerinde hakimiyet kurabilecek yapıdadır. Lula için Mabel son şans iken tesadüfen Knight’la tanışır. Knight, Lula için sığınılacak yeni bir limandır. Üstelik Mabel’e oranla daha uygundur çünkü karşı cinstir ve bu onda kadınsı duygular oluşturur. Diğer yandan Knight belki de Lula’ya sadece Lula olduğu için değer veren tek insandır. Bu Lula üzerinde büyük etki yapar ve ilk kez kadınlığının farkına varıp birey olmaya adım atar. Oyunda bunu Mabel sahneye geldiğinde Lula’nın sahnedeki tüm eşyalara tek tek ve rahatlıkla dokunmasından anlıyoruz. Lula böylece kendinin oraya ait olduğunu ve oranında kendine ait olduğunu Mabel’e anlatmak ister. Böylece Lula belki de ilk kez mutlu oluyor ve ilk kez ezilmişliğinin öcünü alıyordur. Ancak bu oyuna kendini öyle kaptırır ki oradan çıkarken aksesuarlardan bir kaçını almak ister. Oysa onlar gerçeği yansılayan oyunun oyuncaklarından başka bir şey değildir. Bu yüzden Knight onları almasına izin vermez ve Lula vazoyla küllüğü yere atıp kırar. Gerçekte kırılan Lula’nın düşleridir. Böylece Lula bir kez daha yenilmiş olur. Ancak değişime başlamıştır ve böylece Knight’tan söz alarak onunla gelebileceğini söyler:

KNİGHT        : Sana ihtiyacım var Lula Roca.
LULA ROCA : Ama doğru değil bu.
KNİGHT        : Doğru.
LULA ROCA : Sizin için ne yapıverdim ki?
KNİGHT        : Yaptın.
LULA ROCA : Bırakmıyorsunuz ki…
KNİGHT        : Bırakacağım…
LULA ROCA : Dün akşamdan daha fazla mı?
KNİGHT        : Lula arkadaşın burada.
LULA ROCA : Arkadaşım böyle şeyleri bilir. Dün akşamdan fazlası olacak mı?
KNİGHT        : (Duraklama) olacak.
LULA ROCA : Söz mü?
KNİGHT        : Söz.[1]

Oysa Lula oyunun başında bir erkekle bir kadının bir arada kalmasının ahlaklıca bir şey olmadığını söylemektedir. Buradan görüyoruz ki Lula artık değişmeye başlamıştır. Bu değişim de Knight’in ve sahnede olmanın etkisi ise yadsınamaz. Knight’in ışıkçıya seslenmesi ile gerçekleşen ve sanal görüntüden oluşan ormanda gezinti Lula’nın düş gücünün uyanışa geçtiği andır. Burada Knight içinde benzer durum söz konusudur. O da yaşamında bir çıkmaza girmiş ve çareyi hem soyut hem somut anlamda tiyatroya sığınmakta bulmuştur. Yaşanan yalnızlıktan dolayı kendini bir yere ait olma hissini burada da Knight karakterinde görürüz. Bu açıdan baktığımızda yazarın bu tip tasarımıyla tiyatro, birbirine benzeyen bu insanların yollarını kesiştirmiştir. Bu aynı zamanda seyirciye de bir iletidir. Böylece tiyatronun aslında sanıldığı gibi tamamen bir simülasyon olmadığını gösterir. Çünkü o kendi içinde gerçek yaşamları da yansıtmaktadır. Yazar bunu somut olarak Knight ile Lula’nın yaşamından bir kesit sunarak bizlere anlatmaya çalışır. Burada önemli olan Lula’nın düş dünyasında, kendisine gerçek bir dünya yaratması ve bunun sonucunda her bir parçaya dokunarak gerçeklik duygusunu yaşamasıdır. Böylece oyunda gerçek ile sanal olan öyle bir içiçe geçmiştir ki, ne zaman gerçek, ne zaman sanal ya da oyun olduğu ayrımını net olarak koyamayız.
Burada oyunun ana fikri için şu cümleyi kurabiliriz: “ne gördüğün değil, ne düşlediğin önemlidir.” Lula, Knight sayesinde öğrenmiştir bu gerçeği… Son sahnede bunu açıkça görebiliriz:

LULA : (Meydan okuyarak) Burası güzel bir yer olabilir. O bana bunu gösterdi. (İçini çeker pikabı açar müzik yükselir bir an hüzünlü düşüncelere dalar. (…) Bavulunu yere koyar sahne önüne yaklaşır. Sete uzun süre bakar. Sonra seyirciye dönüp, gözlerini kapar. Hafifçe konuşur) Hey Işıkçı ![2]

Burada “Hey ışıkçı” diyerek seslenen Lula karakterinin değişimi ve bu değişimin seyirci tarafından görülmesi, Lula için değişimin doruğa çıktığı andır. Bu sahne aynı zamanda Lula’nın düşleriyle birlikte kendisi olduğunun bir göstergesidir.
Özetlemek gerekirse, yazar bireyin kendi yalnızlığını aşması için bir yere, bir şeye ait olma duygusunu ve kendisine sığınacak liman arayışını düş gücüne yönlendirerek asıl bulunması gerekenin kendi düş dünyamızda yattığını göstermek istemiştir. Bir başka açıdan, yazar burada tiyatronun gücünden ve bilinen anlamdaki seyirlik etkisinin dışında oyun olgusunu sahneden çıkararak ve onun yerine gerçek yaşantıyı koyarak tiyatronun farklı bir etki alanına da dikkat çekmiştir. Böylece her ne kadar oyunun etkisine katılıp yanılsamaya uğrasakta bunun oyun olduğunu biliriz. Oysa böyle bir kurguyla yanılsama devam etmekte ve karakterlerin gerçek yaşamı ile iç içe geçmektedir. Bu açıdan Hey Işıkçı, tiyatroya IV. boyut katarak izleyiciyi etkileyen önemli bir oyundur.
                                                                                                                      Polat İNANGÜL
KAYNAKÇA
Brockett, Oscar G. Tiyatro Tarihi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara-2000
Hailey, Oliver, Hey You Light Man, Çeviren: Sevgi Sanlı, Yayımlanmamış Metin.
Prof. Dr. Nutku, Hülya, Oyun Sanatbilimi-Dramaturgi, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul-2001
www.broadwayarchive.com




[1]Hailey, Oliver, Hey You Light Man, Çeviren: Sevgi Sanlı, Yayımlanmamış Metin, s : 55
[2] Hailey, Oliver, Hey You Light Man, Çeviren: Sevgi Sanlı, Yayımlanmamış Metin, s: 86

5 Eylül 2014 Cuma

tiyatoRos'tan TOROSTEPE

                                               İzmir Büyükşehir Belediyesi
                          İZMEB-Toros Sosyal Destek Merkezi Tiyatro Topluluğu

            Kadrosunun tamamı, Gültepe, Toros ve Esentepe bölgelerinde ki çocuk ve gençlerden oluşan tiyatro grubumuzun 3.Atölye oyunu olan,
  "Torostepe"nin konusu, yine bu bölgede yaşanmış, trajikomik bir öyküyü içermektedir.




30 Nisan 2014 Çarşamba

KADİFE KOLTUK ile KADİFEKALE OYUNCULARI

(Bu yazı, ne bir duyarlılık isteği, ne eleştiri, ne sitem, ne de bir çözüm arayışıdır. Bu yazı sadece ve sadece, bir durumun “kayıtlara geçmesi” için yazılmıştır.)

Yine bir Dünya Tiyatrolar Günü’nü geride bıraktık… Halktan doğmuş ama halktan kopmuş tiyatronun bu özel günü, kadife koltuklu salonlarda, bakır kültablalı fuayelerde, takım elbiseli beyler, dekolteli hanımlar ve kokteyllerle kutlandı. Ancak tüm bu şaşaalardan uzakta bir yerlerde, 27 Mart hüzünle kutlanıyordu.
Kadife koltuklarda değil ama İzmir’in Kadifekale semtinde tiyatro yapan bir grup, vardı. Kadifekale Oyuncuları… Vardı diyorum çünkü 1 Nisan itibariyle, kadife koltuklarda alınan bir kararla, perdelerini kapatmak zorunda kalıyor. Bir başka deyişle;
- Tamamı Kadifekale ve Çimentepe’de yaşayan çocuk ve gençlerden oluşan Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- Ailelere ilk kez tiyatroyu, çocuklarının oyunuyla izlemenin gururunu yaşatan Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- Uluslararası Çocuk Hakları Kongresi’ne “Bir Çocuk Ağlıyor” adlı çocuk hakları temalı oyunu ile Türkiye’den seçilen 4 proje arasına giren, Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- Okul dışındaki zamanını, yaşadığı bölgedeki olumsuzluklardan uzakta, tiyatro ile değerlendiren, kimi zaman yazıp, kimi zaman oynayan, Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- Türkiye’den ilk kez, büyük tiyatrosunda Uluslararası Tiyatro Festivali’ne katılan, ilk çocuk grubu olan Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- Seyirciside oyuncusu da, görmezden gelinen kentin varoşlarından olan, Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- 8 yılda 10 uzun, 7 kısa, 2 şiir dramatizasyonu ile 19 gösteri hazırlayan, bu gösterileri toplamda 64 kez sunan ve ortalama 20000 seyirciye ulaşan Kadifekale Oyuncuları artık yok.
- Bugüne kadar yaklaşık 580 çocuk ve gencin sahneye çıktığı, onları sanatla, tiyatroyla tanıştıran, Kadifekale Oyuncuları artık yok.
Ama geride bıraktığımız bir değer var;
Bu, herkesle ve her koşulda tiyatronun yapılabilirliğidir. Tiyatro yapmak için ille de yetenekli olmaya, çok fazla paralara gerek yoktur. İsteyen herkes tiyatro yapabilir. “Sadece yetenekliler tiyatro yapabilir” anlayışı, burjuva ideolojisinin bireyci politikalarının uzantısıdır. Çünkü tiyatronun olmazsa olmaz koşulu, oyun, oyuncu ve seyircidir. Eğer bu üç unsur varsa tiyatro olmaması için bir neden yoktur… Dekorsuz, kostümsüz, ışıksız, kimi zamanda salonsuz… ama oyun oynamanın verdiği haz ve tiyatro sevdası ile… Oyun, oyuncu ve seyirci ile… Kimbilir, belki birgün yeniden Kadifekale Oyuncuları ile…
Evet… ne demişti usta… “tiyatro kahramanların işidir”
POLAT İNANGÜL