Popüler Yayınlar

14 Kasım 2007 Çarşamba

…ve Onların Yakılmayan Ağıtlarını Yaktığı İçin…



Bir kitap içinizdeki donmuş değerleri parçalayacak bir balta olmalıdır. Okuduğunuz kitap, bir yumrukla sizi uyandırmıyorsa ne işe yarar… diyor, F. Kafka… Evet, bir kitap okuyanını sarsmıyor, uyarmıyor, uyandırmıyorsa bir kağıt parçasından farkı yoktur… Rıfat Mertoğlu’nun son romanı “Ağıtsız Kadınlar”ı ise çarpıcı öyküsü ve çağrıştırdığı gerçekliği ile bir romandan çok daha fazla şey ifade ediyor. Roman okumanın verdiği o üstün hazzı başarıyla yerine getiren bu eser, aynı zamanda gelecek kuşaklara bırakılacak kanlı bir tarihin belgesi gibi… Günümüzde sıkça duyduğumuz, artık duymaktan alıştığımız, belki de kabullendiğimiz ve çoğumuzun vah! tüh! demekle geçiştirdiği bir gerçeği gözler önüne seriyor Ağıtsız Kadınlar… Töre cinayetlerini!

Siverek doğumlu yazar Rıfat Mertoğlu, son romanında yine doğulu bir gazetecinin yaşamından bir kesit anlatıyor bizlere… Bu açıdan romanın, gerek dilinde, gerekse kurgusunda başarısını en üst çıtaya taşıyor.

Roman askerliğini Güneydoğu’da yapmış bir gazeteci olan Yılmaz’ın, töre cinayetleri ve kadın intiharlarını araştırmaya karar vermesiyle başlıyor… Bu meşakkatli yolculukta Yılmaz’ı neler beklemiyor ki… Aşklar, acılar, Güzel Zahralar, dostlar, silahlı çatışmalar, şeyhler, şıhlar, Bilge Cemşit Dedeler, acısını yüreğine gömen Çoban Hemedolar, vijdansız Kara Seyitler, Kara Seyit olmaya özendirilen çocuk Kutolar, ömrünün baharında kurtuluşu ölümde arayan Hacerler, derisi yüzülen Şemunlar… ve elbetteki romanın bel kemiğini oluşturan onlarca hiva’lardan bir hiva...

Yarattığı karakterleri ile oldukça renkli bir edebi eser sunan yazar, bu renkliliğinin aksine, yalın dili ve anlattığı -diğer bir deyişle- çağrıştırdığı kapkara bir gerçeklikle bizleri sarsıyor, iğneliyor ve bir kez daha rahat koltuklarımızda töre cinayetleri için sessiz kalmamamızı söylüyor sanki…

Ülkemizde –çoğunlukla da Güneydoğu’da- töre cinayetlerine kurban edilen kadınların sessiz bir çığlığı bu roman… Kimsenin duymadığı, bilmediği sıradan bir Güneydoğulu kızın, Hiva’nın o görünmez dünyasını görüyor yazar bu romanda:

“…kirpiklerini titreten serin bir esintiyle ürperdi Hiva. Gerçek dünyaya yeniden döndü. Bugüne kadar kimsenin umurunda olmamıştı. Annesi, babası, kardeşleri, akrabaları hiçbir zaman insan yerine koymamıştı onu. Kim duymuştu ki onun sessiz çığlıklarını, yakarışlarını… Düşlerini, umutlarını kim anlamaya çalışmıştı ki? Onun da düş kurabileceğini, düşlere sahip olabileceğini kim kabul etmişti ki; onu sevindiren, öfkelendiren, korkutan, yıkan, yıkılan düşlerini…”[1]

Törelerin saçmalığını, vicdansızlığını ve ilkelliğin bir parçası olduğunu anlatıyor bize… Hiçbir suçu olmadan, tecavüze uğradığı halde, kirlendi denilerek temizlenmeye çalışılan vahşi anlayışların kurbanlarını… Kirleten de temizleyen de erkek… Kirletilen ve temizlenense kadın… Bir başka açıdan erkekegemen bir toplumun kokuşmuşluğunun haberini veriyor Rıfat Mertoğlu… Evet, yazının başında kanlı bir tarihin belgesi demiştik… ve biz bugün bu kanlı tarihi yaşıyor ve seyrediyoruz…

ve bir gün… o gelecek güzel günlerde kadının ve erkeğin ortak egemenliğinde kurulacak bir dünyada yaşayan insanlar, bizlere dönüp baktığında acı bir gülümseme olacak dudaklarında…
ve o güzel günlere günümüzden haber verecek Ağıtsız Kadınlar…
ve o günün insanları bugün benden daha çok teşekkür edecek Rıfat Mertoğlu’na… Bir aydın, bir sanatçı olarak gününün gerçeğini yansıttığı için…
ve çağdaşlarına görmek istemedikleri bir gerçeği gözler önüne serdiği için…
ve onların yakılmayan ağıtlarını yaktığı için…
ve…



[1] Mertoğlu Rıfat, Ağıtsız Kadınlar, İlya Yayınevi, İzmir-2007, S:42