Popüler Yayınlar

23 Temmuz 2008 Çarşamba

BİR ÇINAR DAHA DEVRİLDİ


Filmleri ve oyunları ile büyüdüğümüz değerli oyuncu Suna Pekuysal yaşamını yitirdi...

Yarın (24.07.08) İstanbul’da toprağa verilecek sanatçı Pekuysal için ilk veda töreni Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde düzenlenecek.

Pekuysal’ın cenazesi, Ataköy 5. Kısım Camii’nde öğle namazının ardından Mevlanakapı Mezarlığı’a defnedilecek.

Tüm tiyatro ve sanat camiasının başı sağolsun!

Hayatı ve Sanatı:

Asıl adı Suna Belener olan Suna Pekuysal, 24 Ekim 1933 yılında İstanbul'da doğdu. Pekuysal, İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümü'nde öğrenim görürken, 1949 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun çocuk bölümünde Kadri Ögelman'ın "Artist Aranıyor" adlı oyunuyla ilk kez sahneye çıktı. Aradan üç yıl geçtikten sonra, 1952 yılında, İstanbul Şehir Tiyatrosu dram bölümü kadrosuna geçti. 1964 yılında tiyatro sanatçısı Ergun Köknar ile evlendi. Bir erkek çocuk sahibi olan pekuysal, tiyatronun yanı sıra televizyon ve sinema filmlerinde de rol aldı.1984 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenmeye başlanan, Cemal Reşit Rey’in bestelerini yaptığı ve Haldun Dormen’in sahnelediği "Lüküs Hayat" operetindeki rolünü Zihni Göktay ile birlikte 14 yıl süreyle aralıksız oynadı. Büyük bir başarı kazanan ve yediden yetmişe her yaştan seyirciye hitap eden “Lüküs Hayat” ile özdeşleşerek anılan adı her zaman Türk tiyatrosunun en iyileri arasında yer aldı. Sanatçı, 1979 yalında Fakir Baykurt'un uyarlaması olan "Tırpan" daki rolüyle 1980 Avni Dilligil ve Ulvi Uraz ödüllerini, "Lüküs Hayat"taki rolüyle de 1986 Sanat Kurumu ve 1987 İsmail Dümbüllü ödüllerini kazandı.Birçok televizyon reklam ve dizilerinde, müzikallerde görev alan Pekuysal, 24 Ekim 1998 yılında Şehir Tiyatroları’ndan emekli oldu. Yarım asırdan fazla süredir devam eden sanat yaşamı boyunca 250’den fazla oyunda, 100’e yakın da sinema filminde rol aldı. ”Sanatçının emeklisi olmaz” ve ”Sahnede ölmek istiyorum!” sözleriyle tiyatroya ve sanata olan sevgisini belirten sanatçı, Dün (22 Temmuz 2008) tarihinde kalp yetmezliği sonucu hayatını kaybetti…

21 Temmuz 2008 Pazartesi

JANE BOWLES’IN “IN THE SUMMER HOUSE” ADLI OYUNUNA BİR ÖN BAKIŞ

(Yom Sanat, Sayı:16, Ocak-2004 - Polat İNANGÜL)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan Tiyatrosu’a baktığımızda, sosyal politik ve ahlak içerikli konuların gittikçe arttığını görürüz. Bu nedenden kaynaklı Broadway Tiyatroları İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu zamana kadar geçen süreç içerisinde varmak istedikleri hedefe ulaşmışlardır demek çok yanlış olmasa gerek. Savaşın bitiminden 1960’lı yılların başına kadar geçen süre, Broadway Tiyatroları’nın zirvede olduğu yıllardır. Bu süreç aynı zamanda Amerikan Tiyartrosu’nun altın çağı olarak da bilinir; bu dönemlerde tiyatronun yazın alanındaki psikolojik ve sosyolojik çözümlemelerine girilmiş ve başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Oyunların akışı ve bu akış sonunda temaları, gerçekçi-doğalcı bir anlayışla verilmiştir. Güvensizlik, başarısızlık, yalnızlık gibi insanın yaşamını etkileyen negatif değerlerin konu alınması seyirciyi, bunların tek tek bireylerin değil, aksine tüm toplumun sorunu olduğunu anlatır. Bu dönem tiyatro yazarlarının tema olarak seçtikleri konuların başında ise aile içi ilişkiler, bireyi ilgilendiren psikolojik sorunlar, bireyin sevinçleri, üzüntüleri vs. gibi konular vardır. Dönem yazarları bu gibi konuları çağdaş ve realist bir anlayışla ele almışlardır.

Bu bağlamda Jane Bowles’e baktığımızda onu 1940’lı yılların yazarları arasında görmek mümkündür. 1917’de New York’da doğmuş olan Bowles, fazla sayıda esere sahip değildir ancak bugün baktığımızda her eseri dönemine damgasını vurmuştur. Tek romanı olan Two Serious Ladies’i 1943’de yayınlamış aynı yıl In The Summer House’ı yazmaya başlamıştır (bu oyun Jane Bowles’ın tek uzun oyunudur) fakat oyunun önemi 10 yıl sonra anlaşılmış ve ilk kez 1953’te Broadway’de sahneye konulmuştur. Metni önemli kılan özellik ise Amerikan Tiyatrosu Altın Çağı’nın ilk ve belirgin örneklerinden biri olmasıdır. Oyunun konusu ise kısaca şöyledir:

Gertrud pansiyon işleten dul bir kadındır. Tek kızı olan Molly ile birlikte yaşar. Burası yüksekçe bir balkonu olan asmalarla kaplı yazlık bir evdir. Molly sürekli eve kapanır ve çizgi roman okuyarak vakit geçirir. Gertrude kızının bu kadar eve bağlanmasından çekinir ve bunun aralarındaki bağlılığa zarar vermesinden korkar. Daha sonra oyuna Vivian karakteri eklenir. Vivian onbeş yaşında özgürlüğüne düşkün bir genç kızdır ve annesini terk ederek pansiyona gelir yerleşir. Öte yandan Gertrude ile Vivian gittikçe yakınlaşmaya başlarlar bir süre sonra ise tıpkı “anne-kız” gibi olurlar. Molly ise bu durumu kıskanır. Daha sonra bir kayalık gezisi sırasında Vivian kayalıklardan düşer. Diğer yandan yazarın adını oyuna verdiği yazlık eve Gertrude, Molly’nin aksine daha fazla dayanamamaktadır. Komşularının bir yakını olan ve Meksika’da yaşayan Mr. Solares’in evlilik teklifini kabul eder. Bu arada diğer komşuları Lionel’de Molly ile evlenmek istediğini söyler. Üçüncü sahne çifte düğün görüntüsü ile başlar. Bu gün Gertrude için mutlu bir gündür; yazlık evden kurtulup Meksika’ya yerleşecektir oysa Molly için kötü bir gündür çünkü annesi gittikten sonra yalnız kalmamak için evlilik teklifini kabul etmiştir. Sonradan görürüz ki Gertrude Meksika da mutlu olamamış ve geri dönmüştür. Ancak Molly’yi eski Molly olarak bulamaz. Molly artık özgüvenini kazanmış ve güçlü bir karakter olmuştur. Gertrude Molly ile birlikte yazlık evde eski günlerine dönmek ister. Oysa Molly Lionel ile yazlık evi terk edip başka bir yere yerleşmeye karar vermiştir bile… Gertrude’un tüm çabalarına rağmen onunla kalmaz ve Lionel ile birlikte gider…

Oyunda dikkatimizi çeken ilk şey birbirine zıt iki alanın ustalıkla kullanılmasıdır. Bir tarafta (I.Perdede) geniş yeşillikler, çiçekler içinde bir bahçe ve uçsuz bucaksız deniz kenarındaki sahil sahnesi ile diğer tarafta ikinci perdede kapalı az ışıklı basık bir oda… Burada Molly karakterine baktığımızda geniş ve güzel rahat bir ortamda sıkıntı ve baskı içindeki zayıf ve güçsüz Molly’i görürüz. Oysa ikinci perdede basık, daracık odadaki Molly, çok daha özgür, kendine güvenli ve ayakları yere basan bir karakterdir. Burada yazar bize şunu anlatmaktadır: Özgürlük insanın beynindedir. Dış mekanın açık ya da kapalı olması önemli değildir. Önemli olan insanın düşüncesinde özgür ve kendine güvenli olmasıdır. Diğer yandan oyun akışı içerisinde Molly’de büyük bir değişim görürüz. Annesinin gitmesi (Gertrude’un evlenmesi) onda “ritüel” benzeri bir niteliksel değişim yaratmıştır ve daha önce zayıf kişilikli olan Molly, Gertrude gittikten sonra kendi ayakları üzerinde durabilecek bir kişi olmuştur. Ayrıca Molly’nin sosyal çevresini bir ana rahmi gibi algılamak olasıdır. Molly, güçsüzlüğünden kaynaklı olarak ana rahmini terk etmek istemez: Bu durumu onun şu sözlerinden anlamak mümkündür: “…farklı olan hiçbir şey istemiyorum…” (sf 430)

Oyundaki bir diğer genç kız karakteri ise Vivian’dır. Vivian tam anlamıyla Molly’nin tersidir. Mrs. Comstable’i (annesi) terk etmiş ve daha onbeş yaşında olmasına karşın evden ayrılmış, özgürlük aşığı bir genç kızdır. Birinci perdede ikinci sahnenin sonunda ise Vivian kaybolur. Oyunun sonunda onun kayalardan düştüğünü öğreniriz. Gerçekten düştü mü? Molly mi attı? Yoksa kendisi mi kaçtı? Bunların hiçbirini bilemeyiz. Yazar bu konuda bir açıklık getirmemiştir. Muhtemelen de bu yazar tarafından bilinçli yapılmıştır. Çünkü önemli olan Vivian’ın nasıl kaybolduğu değil, sadece “kaybolduğudur”. Üçüncü sahnede artık Molly annesi gittikten ve Lionel ile evlendikten sonra büyük bir değişim yaşamış ve Vivian’daki kendine güven ve güç Molly karakterine yüklenmiştir. Böylece Vivian karakteri işlevsiz kalmıştır ve yazar da onu devreden çıkarmıştır. Diğer yandan Mrs.Constable “…benim kızım olağanüstü canlı…”(sf 423) derken sanki Vivian karakterinin II.Sahneden sonra sözcüğün tam anlamıyla, tamamen cansızlaşmasına bir tersinleme yapmaktadır.

Gertrude karakterine baktığımızda ise sorunlu bir çocukluk geçirdiğini her ne kadar “Babam beni daha çok seviyordu” dese de alt metinde sürekli kız kardeşini kıskandığını görüyoruz:

gertrude: “…ne zaman bir kadının delirdiğini düşünsem, onun saçlarının ne kızıl, ne sarı ama siyah olduğunu düşünürüm…tıpkı onun gibi…”
Molly: Daha önce deliren kadınları hiç düşünmemiştim” (sf 414)

Gertrude bu sözleriyle sanki hep nefret ettiği kız kardeşinin öcünü kızı Molly’den çıkarmaktadır. Aynı zamanda Gertrude’un “…her şeyden nefret ediyorum, hiçbir şeyden hoşlanmıyorum…” (sf. 455) sözleri ile her ne kadar güçlü görünse de oyunun sonunda Molly’i elde etmek için her şeyi göze aldığını görüyoruz. Aslında o göründüğü gibi güçlü değil, aksine “güçlü görünmüştür”. Çünkü o, Molly gibi değer verdiği bir şeyin kaybına katlanabilecek bir karakter değildir. Bunu da kendi öz kızını bile cinayetle suçlamaktan çekinmeyeceğini söylemesinden çıkarırız.

Lionel karakterine baktığımızda çok boyutlu çizilmediğini görürüz. Onu ancak Molly ile konuştuğu sahnelerden çözümlemek mümkündür. Lionel bir sahnede: “…genellikle fikirlerimi konuştuğum kişiyi tekrar görmeyi sevmem…” (sf 429) der. Oysa Molly ile fikirlerini konuşmuş, bırakın onunla görüşmeyi üstelik evlenmiştir. Bu durumu bir tersinleme ya da yazarın bir zaafı olarak yorumlanması olasıdır. Çünkü Lionel karakteri tek tipli çizildiğinden bu konuda kesin bir yargıya varmak yanlış olur.

Oyuna bir başka açıdan bakıldığında oyun üç anne-kız ilişkisini gösterir. Bunlar, Molly ve Gertrude, Vivian ve Mrs.Constable, Mrs.Lopez ve Frederica’dır fakat diğer iki anne kız ilişkisi – özellikle de- Mrs.Lopez ile Fredirica çok zayıf çizildiğinden oyuna sadece anne-kız ilişkisi açısından yaklaşmak da pek sağlıklı olmayacaktır. Çünkü asıl ele alınan Molly ve Gertrude çatışmasıdır. Bu anlamda “kişisel erk” boyutunda cinsiyetten arındırıp incelemek daha evrensel ve daha geniş boyutlu bir bakış açısı sağlar. Bir diğer nokta ise yazarın konuşmaların sonunda sözcükleri eksik bırakması gerçekçi akımın bir özelliği olduğu kadar sanki konuşmanın gerisini de izleyicinin -ya da okuyucunun- tamamlamasını istemiş gibidir.

Oyun zamanı yaklaşık olarak 13-14 ay gibi bir süreyi kapsar. Oyunun türüne net olarak bir şey söylemek ise doğru olmaz. Gerçekçi akım içerisinde yazılmış çağdaş bir eserdir. Bu kısa analizler sonucunda çıkarılan sonuç “elde etmek isteyen zalim olur” anlayışı ile bencillik teması işlenmiştir diyebiliriz. Bunu hem Molly hem de –özellikle- Gertrude karakterinde görmek mümkündür. Molly kendi yaşamını seçerken, Gertrude Molly’i sahiplenir ve her ikisi de tüm kozlarını kullanırlar…
Polat İNANGÜLKAYNAKÇA
-Tiyatro Ansiklopedisi, Çalışlar Aziz, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara-1994
-20.yy Amerikan Edebiyatı’nda Kadın, Editör A. Didem Uslu, DEÜ
Yayınları, İzmir-2001
-In The Summer House, Bowles Jane, Basılmamış çeviri: Polat İnangül