Popüler Yayınlar

11 Haziran 2008 Çarşamba

Cengiz AYTMATOV'u kaybettik...

Ülkemizde daha çok "selvi boylum al yazmalım" filminin edebi kaynağı (romanından senaryolaştırma) olarak bilinen edebiyat dünyasının değerli yazarı Cengiz AYTMATOV'u kaybettik...
Üzüntümüzü belirtiyor ve tüm edebiyat ve sanat camiasına baş sağlığı diliyoruz...


YAŞAMI
12 Aralık 1928tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan'daki Talas eyaletinin Şeker köyünde doğdu. Adı, Cengiz Han'dan esinlenerek konulmuştur.
Gençliği sıkıntılı bir döneme denk gelmişti. O dönemde zaten yeni yerleşmeye başlayan siyasal sistem, bir de savaşla mücadele etmek zorundaydı. Çok genç yaşta çalışmaya başladı çünkü İkinci Dünya Savaşı tüm SSCB üzerinde olduğu kadar gençlik üzerinde de oldukça etkiliydi; yetişkinler savaşta olduklarından, günlük hayatta gençlere büyük görevler düşüyordu. On dört yaşında köyündeki sekreterliğe girdi. Burada tarım makinelerinin sayımı, vergi tahsildarlığı gibi işlerde çalıştı.
Köyünden, Kazakistan'a giderek Cambul Veterinerlik Teknik Okulu'nda okudu. Daha sonra şimdiki Kırgızistan'ın başkenti olan Bişkek'e giderek burada Frunze (şimdiki adıyla Bişkek) Tarım Enstitüsü'nde öğrenimine devam etti. Ardından Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü'ne geçti ve 1956 ile 1958 yılları arasında Moskova'da okudu.
Yazmaya bu yıllarda Pravda gazetesinde başladı. Ardından, yazdığı eserleriyle üne kavuştu ve 1957 yılında Sovyet Yazarlar Birliği'ne üye kabul edildi. 1963'te Lenin Ödülü'nü aldı. Yapıtları yüz ellinin üstünde dile çevrildi. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Kırgızistan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra ülkesini Lüksemburg'da büyükelçi olarak temsil etti.
Cengiz AYTMATOV, edebi çalışmalarına ek olarak, Avrupa Birliği, NATO, UNESCO ve Benelüks ülkelerinin Kırgız delegeliğini üstlenmiştir. Ayrıca eski Kırgızistan Dışişleri Bakanı AskarAYTMATOV'un babasıdır.


ESERLERİ
Zorlu Geçit (1956)
Yüzyüze (1957)
Cemile (1958)
İlk Öğretmenim (1962)
Dağlar ve Steplerden Masallar (1963)
Elveda, Gülsarı! (1966)
Beyaz Gemi (1970)
Selvi Boylum Al Yazmalım (1970)
Fuji-Yama (Fuji Dağının Tepesi 1973)
Gün Olur Asra Bedel, (1980),
Darağacı - Dişi kurdun Rüyaları (1988)
Toprak Ana
Cengiz Han'a Küsen bulut
Çocukluğum
Kırmızı Elma
Dağlar Devrildiğinde-Ebedi Nişanlı (Son romanı - 2007)
Gün Olur Asra Bedel
Dişi Kurdun Rüyaları

9 Haziran 2008 Pazartesi

ÖTEKİ OLMAK ya da İSTANBUL GİZLİYOR RENKLERİNİ

(Özen Yula’nın İstanbul Beyaz Rakı Rengarenk oyunu, üzerine sıra dışı bir çözümleme - Polat İNANGÜL)

“ …Asıl felaket güzel insanlarım,tarihin bizi yalan anlatacak olması…”
Kimdir öteki olan, ben mi? Biz mi? Yoksa sen mi? Siz mi?… Peki ben ötekiysem bana göre sen öteki değil misin? Öyleyse sana göre ben mi ötekiyim? Nedir öteki? Nedir bireyi öteki kılan, kıldıran şey… Etnik kimlikler mi? Din mi? Mezhep mi? Coğrafya mı? Yoksa ekonomik koşullar mı?

İşin aslına bakacak olursak, bu unsurların tümünün insanların birbirlerini “öteki” kılmaları için yeterli nedenler olduğunu görürüz. Bu da demektir ki hepimiz aynı zamanda birbirimize göre ötekiyiz. Gerçekte din, etnik köken ve coğrafi koşullar her ne kadar insanları ayrı kılan nitelikler olarak gözükse de, temelde en belirleyici nedenin ekonomik olduğunu göz ardı edemeyiz. Şu herkes tarafından bilinen bir gerçekliktir ki, dünyada tüm savaşların çatışmaların ve kavgaların nedeni ekonomik nedenlerdir. Egemen güçlerin savaşları din, dil, ırk ve mezhep gibi kimliklere büründürmesinin nedeni kendilerini haklı göstermek için yaptıkları bir uydurmacadan başka bir şey değildir. Tarihe baktığımız da bunun aksini görmek olanaksızdır. Örneğin haçlı seferleri olsun ya da İslam dinindeki cihat anlayışı olsun her ne kadar dinsel gözükse de aslında hepsinin temeli ekonomiktir. Yeni yerler kuşatıp oraların zenginliğini malını mülkünü almak, kılıç zoruyla vergiye bağlamaktır esas amaç. Oysa ilkel topluluklara baktığımızda coğrafi koşullar ve inanışlar açısından birbirinden farklı olan bu ilkel topluluk insanlarının bu tür sorunlardan uzak yaşadıklarını görürüz. Ne zaman ki toplayıcılık terk edilmiş ve yerleşik yaşama geçilmiş işte o zaman insan oğlunun kavgası da başlamıştır çünkü artık ekonomik değerler gelişmiş ve insanoğlu bahçesinde tarlasında gereksiniminden fazlasını üretmeye başlamıştır. İlk olarak tarıma dayalı olan bu gelişmeyle, fazla ürünü paylaşma aşamasın da çıkmıştır; insanoğlunun birbirini öteki olarak görmesi… efendi ile uşak ayrımı… Bu durum köleci toplumda da, feodal toplumda da, kapitalist toplumda da değişmedi. Her dönem ekonomik güce sahip olanlar diğerlerini öteki kıldı ve onların üzerinden yaşamını sürdürdü. Bu dün krallar, padişahlar varken de öyleydi bugün burjuva sınıfı varken de böyledir… İlk yerleşik hayata geçilmesinde artı ürünle başlayan savaşım, bugün endüstri ve sanayi dünyasında artı-değer ile sürdü ve hala sürmektedir. Elbette ki bu savaş bugünün gelişmiş dünyasında daha karmaşık ve daha üzeri örtülü bir biçimde devam etmektedir. Egemen güçler eşitlik özgürlük v.b. söylemleri adı altında bu savaşı gizlemeye çalışmış ama her zamankinden daha açık ve net bir şekilde görülmesine de hiçbir zaman engel olamamışlardır.

Özen Yula’nın İstanbul Beyaz Rakı Rengarenk adlı oyununa buradan yola çıkarak öteki kavramı açısından bakmak olasıdır. Neden bu oyuna öteki kavramı açısından baktığımıza gelince şunu söyleyebiliriz ki: Egemen güçler belli bir sınırla yarattıkları orta sınıf ile bizlere sanki herkes en azından bu orta sınıf gibi yaşıyormuş gibi göstermeleri, televizyonlarında, gazetelerinde sürekli bu düşünceyi empoze etmelerine karşın gerçeği gizleyemiyorlar çünkü şehirlerin dili anlatıyor, sokaklar yansıtıyor gerçeği… Kentin sokakları, caddeleri gizlemiyor hiçbir şeyi ve biz biliyoruz ki medya değil şehrin arka sokakları söyler gerçeği… Çünkü insanoğlu biriktirdikleriyle var ve hiçbir şey nedensiz ortaya çıkmıyor. Ne insanın birbiriyle olan savaşı ne de İstanbul Beyaz Rakı Rengarenk’in anti-kahramanları… Evet, Özen Yula böyle bir kavramı ele alıyor bu oyununda… Öteki olmak ya da öteki kılınmak… Yula burada her an içimizde olan, buna rağmen varlığını hiç kabul etmediğimiz (-ki bu kabulleniş “rahat dünya”yı “rahatsız” edecektir şüphesiz) fakat yok saymamız mümkün olmayan bir kitlenin öyküsünü anlatıyor. Biz ki bu kitle ile hiçbir zaman kendimizi özdeşleştirmemiş, sürekli uzağımızda tutmuş ve bizden olmayan “ötekiler” diye adlandırmışızdır. Değerleri egemen güçler tarafından oluşturulmuş bir dünyada öteki olanların öyküsünü anlatıyor; İstanbul Beyaz Rakı Rengarenk… Kimdir bu öteki olanlar? Büyük kente gelmiş, hamile Genç Kız, ekmeğini çöpten kazanan Yaşlı Kadın, Fahişe, Kuşçu Delikanlı, yetimhane çocuğu Necmi, Yaşlı Fotoğrafçı, travestiler, serseriler, işçiler, tinerciler, transseksüeller, seyyar satıcılar, sarhoşlar ve yazarın kendi deyimiyle “İstanbul’a namını verenlerden bir kısmı”… İşte İstanbul bu renklerini gizliyor ve bembeyaz bir sayfa çiziyor bizlere, egemen güçlerin söylemiyle… Oysa öteki olan renktir, çeşitliliktir… ama unuttukları bir şey var… en çabuk kirlenen renk beyazdır.

Oyuna baktığımızda ilk dikkatimizi çeken şey, şiirsel bir dille yazılmış olduğudur. Tıpkı Antik Yunan dram metinleri gibi… Oyun genelin de İstanbul kentini ve bu kentin “öteki” yüzünü göstermektedir. Aslında Özen Yula’nın ele aldığı bu konunun pek de bakir bir konu olduğu söylenemez. Konunun çok bilindik ve temanın sıkça kullanılan bir tema olmasına rağmen manzum bir dille yazılmış olması ve oyundaki tiplerin zenginliği metni çekici kılıyor. Bilindik bir tema dedik çünkü alt tabaka insanının öyküsünü anlatan benzer konulara bir çok sanat eserinde -örneğin sinemada ve edebiyatın çeşitli dallarında- rastlamak olası. Bu alt sınıf insanının öyküsü birçok kez çeşitli açılardan ele alınmıştır. Örneğin Yılmaz Güney filmlerinde bu tema toplumsal bir sorun olarak ele alınırken, daha çok tiyatro metinleri ile tanınmış yazar Memed Baydur’un Yangın Yerinde Orkideler adlı oyununda felsefi açıdan işlenir. Yula ise burada varolan durumun bir panoramasını çizer bizlere. İstanbul Beyaz Rakı Rengarenk’in tüm bu bilinmişlik ve sıkça kullanılan bir tema üzerine kurulu olmasına rağmen, zengin bir görsellikle ve şiirsel bir dille iç içe çizilen bu panorama ile her ne kadar bilindik bir tema da olsa okuyucuyu sıkmıyor ve aksine metne bağlıyor. Bunun bir örneğini oyunun I.Perde I.sahnesinde ki Ahali’nin sözlerinde bulmak olası:

Ahali: (…)
Bu değirmen
bu insan öğüten
şehir
sana ar verir
Al bavulunu git buradan
Gelen her kişinin ardından
bakan ve bekleyen biri vardır…

Özellikle “bavulu alma ve dönme” metaforu ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı, İstanbul ya da diğer metropol kentlere göç eden insanlar için sıkça kullanılan bir metafordur fakat burada özgün bir ifade ile ele alınması bilindik olmanın verdiği sıkıcılığı kırıyor. Yazar burada rakının bulanıklığından yola çıkarak oyuna bir bulanıklık içinde bakmıştır. Karakterler sıra dışı fakat tutkular sıradandır. Aşk, umut, sevda, şiddet ve geçmişe özlem herkesin uzaktan yakından az çok tanıdığı duygulardır. Sıra dışı da olsa, kimi insanların sıradan tutku ve duyguları yaşıyor olmalarını göstermesi bizi bir gerçeğe götürür. O gerçek ise, insanın her yerde insan olduğudur. Yula aynı zamanda bu oyununda dilde de bir arayış içindedir. Kimi yerlerde yalın bir içtenlikle birbirinden güzel tamlamalar kullanırken (Ihlamur kokan bu şehir… Kaybetmenin bulmaktan kolay olduğu bu dünya… Duygular kiralık, satılık yaşlanıyorum bu şehirde… Tragedyaların klibe döndüğü bu çağ… Zamanın imzası yüzümde vücudumda ellerimde… v.b) kimi bölümlerde sıradan kalıplaşmış beylik sözlere de rastlamak mümkündür.

Hayat bu harcanır
Aşklar da yaşlanır

Ey İstanbul
sen beni aldın
Allah da seni alsın!
Külrengi sabahlara uyanmıştım

Ölüm var
hepimiz eşitiz
bir tutam canımız
çürüyüp giden
vücudumuz var

Hayat zor yaşanıyor

Yazar burada kalıplaşmış beylik sözler ile şiirsel dilin bir sentezini yapmakta ve bunları karakterin tamamlayıcısı olarak kullanmaktadır. Yani bir anlamda bu sözler “öteki”nin, sokakta olanın fakat bir o kadar hayat tecrübesine sahip olanların konuşmasıdır. Başka bir anlamda ise bu replikler dünyaya bakış açılarının birer göstergeleridir. Böyle bir bakış açısı, sistemin dışına itilmiş tipleri ve onlarla birlikte bir çürümenin tükenmişliğin izlerini verir bizlere… Yaşlı Fotoğrafçı’nın sözleri ise bu çürümüşlük ve tükenmişlik karşısında geçmişe olan bir özlemi dile getirir:

Yaşlı Fotoğrafçı : (…)
Ellilerden bir şarkı olsun
tercihan Karcığar
Yorgo biraderim
rakıyı tazeleyiver
(Cebinden uçları eprimiş bir fotoğraf çıkarır)
İnsanın şarkıları olmalıdır
firkate, hicrana ve vuslata dair
Sadi biraderim
birini okuyuver!
(…)
(Birden ürperir)
Yaşlılık sıtması bu, geçer!
Sen bilirsin be Yorgo
Neden naftalin kokar sevdalar?
Deyiver
Bu gece tadı bir tuhaf rakının
Galiba bu siyah beyaz film kopuyor
Yorgo hesaba yazıver!

Yaşlı Fotoğrafçı burada kaybolan değerlerin temsilcisidir. Belki geçmişimiz geleceğe ışık tutabilir fakat ”an” yalnızca yaşandığında önemlidir. Sonrası için ise sadece “anı”dır. Fotoğrafta an’ı belgeler. Ancak o saniyeden sonra artık an “anı” olur. Yaşlı Fotoğrafçı’da tıpkı böyle geçmişte kalmış bir anı, eski bir fotoğraf kartı gibidir… Fakat her şeye rağmen bir umut taşır Yula… Kızın hamile olması metaforu geleceğe dair bir umuttur. Adam ise onu terk eden, işçilerle bağ kurmuş ve kıza bu umudu ve bilinci aşılayarak yok olmuştur ortadan. Kız kendisini hamile bırakanı bulduğun da artık onu aşmıştır çünkü onu arama süreci bir bilinçlenme sürecidir ve bu süreç sonunda kendine yardımcı olan delikanlıyı seçmiştir… Delikanlı ise Yula’nın deyimi ile “tenideli” bir gençtir. Küçük, sırça kuşlar yaparak hayatını kazanmaktadır. Bu yanı ile küçük burjuva aydınını ve sanatçıyı temsil eder. O dünyadan, yaşamdan uzak ve yalnızdır. Sevdiğini arayan ve karnında onun çocuğunu taşıyan kız ile birlikte bu arayış serüvenine katılması onu bilinçlendirir ve hayat tecrübesi kazandırarak onu hayatla bütünleştirir. Böylece küçük burjuva aydınının ve sanatçının temsili olan delikanlı ile yaşamdan ve halktan kopuk kesimin ancak düşüncesi ve eylemiyle birlikte hayatın içine girdiğinde bir anlam ifade ettiğini görürüz. Bu nedenden kaynaklı olacak ki, kız oyunun sonunda aradığı adama değil delikanlıya döner. Burada umut, bilinç ve sanat, sevgi ve arayış tecrübesi ile birleşerek yeni bir sentez oluşturur. Bu sentez sonunda da kuşlar canlanır ve özgür bırakılır. Bu tür bir son aydınla birlikte “öteki”lere de bir umut ya da bir yol göstermektedir.

Yula oyunda şiirselliğin yanında epizodik bir anlatımda kullanmıştır. İki perde ve on üç epizottan oluşan oyunda epizot başlıkları ise kendi içinde ayrı bir bütünlük oluşturur. Bu başlıklar İstanbul’un o keşmekeşini şiirsel bir dille anlatır bizlere ve her biri sanki İstanbul’a yazılmış bir şiirden koparılmış dizeler gibidir… İstanbul’un zorba kuşları, İstanbul’un yağmur yemiş taşları, İstanbul’un dağınık saçları, İstanbul’un yaydır kaşları, İstanbul’un pişman aşkları… v.b. Oyundaki diğer bir önemli unsur olan tiplere baktığımızda ise, Asalak Necmi, Dönme Yıldız, Travesti, delikanlının eski ve düşkün sevgilisi Ayla, Sarhoş, Falcı’nın kardeşi Kamelya, Tinerciler hepsi birer anti-kahramandır. Uyuşturucu kullanır, rakı içerler… ve bilirler hayatın ve “öteki” olmanın acısını… Ancak bu şekilde katlanabilirler bu iki yüzlü dünyaya ve İstanbul’a… ve Yaşlı Kadın oyunun son sözünü söyler:

Yaşlı Kadın: Asıl felaket güzel insanlarım
tarihin bizi yalan anlatacak olması!

Evet! Tarih yalan söyler ve ötekileri değil, öteki kılanları haklı çıkarır. Eğer bir gün İstanbul her şeyi itiraf etmek zorunda kalırsa, belki o gün çirkinleştirenleri değil çirkinleştirilenlerin öyküsünü anlatır ama bugün İstanbul gizliyor renklerini, yok sayıyor ötekileri, oysa şimdi bir tek rakı bilir kendini içenlerin rengini… Yani İstanbul bembeyazdır, rakı ise rengarenk
ve içenler bilir o beyaz rakının renklerini…
ve İstanbul şimdi öteki kılar onları, sokağın sahiplerini, kendisini var edenleri, en önemlisi de kendi rengini…
ve öteki kılmak yabancılaşmanın temelidir,
ve İstanbul öteki kılar evlatlarını,
ve bu İstanbul… bugünkü İstanbul… yabancıdır, “demeye de dilim varmıyor ama” evlatlarını sevmeyen bir üvey anadır...

POLAT İNANGÜL

KAYNAKÇA

Akay, Ali, Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları - Özdeş ve Öteki, Bağlam Yayınları, İstanbul-2000
Çalışlar,Aziz,Günümüzde Sanatsal Kültür ve Estetik,Cem Yayınevi, İstanbul-1983
Karşıdan Karşıya Geçerken Sanat, Salı Toplantıları 93-94, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul-1995
Nutku Hülya, Oyun Sanatbilimi-Dramaturgi, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul-2001
Şener, Sevda, Cumhuriyetin 75 Yılında Türk Tiyatrosu, İşbank Yayınları, İstanbul-2002
Yula, Özen, Toplu Oyunlar – 2, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul-1998