Popüler Yayınlar

3 Temmuz 2007 Salı

TÜKETİM EYLEMİ GEREKSİNİMLERİ KARŞILAMAK İÇİN MİDİR? Seçil Sezen İnangül

Bugünlerde her yerde sık sık duyduğumuz bir deyim var. Öyle bir deyim ki gün geçmesin ki adından söz ettirmesin. Gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda kısacası tüm kitle iletişim araçlarında, üstelik en yakın çevremizde, sokakta, otobüste, yolda duyduğumuz bir deyim… “Tüketim Toplumu”… “Tüketim toplumu olduk… tüketim toplumu olmak iyimidir kötümü… biz tüketiciyiz… tüketici hakları… v.b”. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Öncelikle tüketimin temeline bakmamız gerekir. Tüketim olgusu insanın ilk çağından beri var olan fakat her dönem formu değişen bir kavramdır. Özellikle ilkel toplumdan sonra her dönemde örneğin; köleci toplumda, feodalizmde, kar olgusu ile farklı anlam kazanmış, özelliklede kapitalizmle ayrılmaz bir bütünlük içerisine girmiştir. Kapitalizmin bir ayağı üretim ise bir ayağı da tüketimdir. Üretilen şey ne kadar çok tüketilirse o kadar kar demektir. Kar ise kapitalizmin yaşama sebebidir. Üretilen her nesne iğneden tutunda otomobile kadar her şey tüketildiği takdirde yenisi gelir. Burada amaç ihtiyacı karşılamaktan çıkıp daha fazla kar elde etmek için gereksinimin dışında tüketimi gerçekleştirmektir. İşte bu yüzdendir ki cicili bicili alışveriş mağazalarına gittiğimizde ihtiyacımız olmayan şeyleri de almak zorunda kalırız. Evet tamda dediğimiz gibi almak zorunda kalırız… Yani ilk bakışta sanki kendi isteğimizle alıyormuşuz gibi gelir. Üstelik bu işi abarttığımızda “sanki sana zorlamı satıyorlar” gibi sözlerde işitmek mümkündür. Aslında konuya farklı bir anlamda yaklaştığımızda bu ürünlerin bilinçaltımıza zorlandığını görürüz. Mantar gibi her köşe başında biten bu albenili alışveriş mağazaları bizi kendi içlerinde daha fazla vakit geçirtebilmek için ellerinden geleni yaparlar. Çeşitli promosyonlar, animasyonlar, birbirinden güzel kızlar ve erkekler, en gereksiz ürünlerin örneğin sakız şekerleme gibi elzem ihtiyaç olmayan ürünlerin en görünür yerlere ve çocukların uzanabileceği raflara konması, en önemli ihtiyaçların daha arka sıralarda olması (çünkü onları almak zorunlu olduğu için nasıl olsa insanlar bir yolunu bulup ona ulaşabilirler ör:ekmek, çay, şeker vb) hepsi ama hepsi bu oyunun bir parçalarıdır. İşte tüm bu düzenek içerisinde çaresiz kalan insan bu tuzaklarla dolu yerlerden ihtiyacının dışındada bir şeyler almaktan kurtulamaz.

Bir alışveriş merkezine gittiğinizde hemen hemen tüm ürünlerin armağan verdiğini görmek mümkündür, armağan verilmeyenlerde ise mutlaka bir kampanya, indirim, ucuzluk vb vardır. İşte tüm bu renkli dünyanın amacı insanları tüketime yöneltmek ve bu tüketilen her nesneden de kar elde etmektir. Kapitalist düzen ki sadece karla ve daha çok karla ayakta durur ve varlığını sürdürür. Onun için satılan ürün yararlı yada yararsız olsun fark etmez o sadece karını düşünür. Bunun içinde en ucube şeyleri süsleyip püsleyip, reklamını yaparak (reklam sektörü ki kapitalizmle doğmuş, günümüzde müthiş boyutlara ulaşmış çok büyük bir sektördür) satabilir. Aslında tüm bu çabaların özü tüm üretici kesimin, tüketici pazarından pay almak için yapıtığı bir savaştır. Daha da özetlersek emeği ile geçinen kitlelerin, emeği karşısında aldığı parayı nerede harcayacağına karar vermesinde etkili olup o paraya göz dikmelerindendir. Bu savaşta ancak galip gelenler var olabilir ve sadece onlar bu çarkın dönmesinden beslenebilirler. Bugün bu konuya örnek verecek olursak küçük üretici kesimlerin yok olduğunu, onların yerine büyük sanayiler kurulduğunu, mahalle bakkallarının tarihe karıştığını ve yerlerine hipermarketlerin türediğini görmek mümkündür.

Bir insan düşünün ki cdçaları olmadığı halde cd alsın… bir kadın düşünün ki çocuğu olmadığı halde “olduğunda kullanırım” zihniyeti ile çocuk elbiseleri alsın… bir aile düşününki hafta sonları kentin büyük alış-veriş merkezlerinde dolaşmak en büyük sosyal faaliyeti olsun… İşte tüketim toplumu bu bireylerden oluşan toplumdur. Ve bugün bu sistem öyle bir duruma gelmiştirki, tüketim çılgınlığı sonunda toplumun bu tüketim isteği sistemin kendisini oluşturmuştur. Böylece sistem hem arzı hemde talebi oluşturmak zorunda kalmıştır. J. Baudrıllard ise bu konuyu şöyle açıklamaktadır:

“…sermayenin mal ürettiği dönemlerde tüketim kendiliğinden gerçekleşmekteydi. Oysa bugün hem tüketiciyi hemde talebi üretmek gerekmektedir. Bunu yapabilmek ise malı üretmekten çok daha pahalıya mal olmaktadır. Bu yüzden iktidar uzun bir süre politik, ideolojik, kültürel ve seksüel anlam üretmiştir. Onu talep izlemiş ve sonunda arzı emerek aşıp geçmiştir…”[1]

Böyle bir toplum aynı zamanda kendi benliğini yitirmiş reklam ve imaj bombardımanı altında tüketim dünyasının kurbanı olmuş bir toplumdur. Böyle bir toplumunda olumlu nitelikler beklemek, daha açıkçası, hakkını arayabilecek, haksızlığa karşı gelebilecek bir toplum olmasını ummak ahmaklıktır sanırım.

Şimdi sorumuzun yanıtına gelecek olursak yukarıda da bahsettiğimiz gibi tüketim kapitalist toplumla birlikte –özelliklede yirminci yüzyıl sonlarında- sadece gereksinimleri karşılamak için yapılan bir devinim değil aynı zamanda bilinçsizleştirilmiş toplumun gündelik sıradan eylemi haline dönüşmüştür ve bu gereksinim dışında yapılan tüketim ise bu sistemin devam etmesinin nedenlerinden biridir.

Seçil Sezen İNANGÜL


[1] Baudrillard, Jean, Sessiz Yığınların Gölgesinde-Toplumsalın Sonu, Sf:30 Çev: Oğuz Adanır, Doğu-Batı Yayınları, Ankara-2003