Popüler Yayınlar

18 Ocak 2021 Pazartesi

 

         CORONTİNA  GÜNLERİNDE  (TİYATROYU)  DÜŞÜNMEK           

O sığmıştı ya tek odalı eve, öyleyse hayat da sığardı eve...

Öylece oturuyordu çekyatta. Sunta ve sünger sentezi çekyatta…

Öylece hiçbir şey yapmadan oturuyordu.

Pencereden dışarıyı da seyretmiyordu.        

Oysa dışarıda kuş sesleri baharı müjdeliyordu; belki çiçek kokusu bile vardı…

O gözlerini dikmiş, duvardaki badananın çatlağını takip ediyordu; kim bilir kaçıncı kez.

O anda bir bildirim sesi geldi o çok işlevli telefona.

Okudu mesajı:

“dünkü konu üzerinde düşündün mü, hani şu internette online tiyatro yapma işi” diyordu arkadaşı.

Sonraki mesaja baktı, komik video göndermişti gruptan biri:

Kadın giysileriyle ev işi yapan erkek.

Bir sonrakinde, evde kalmaktan aşırı kilo almış insan karikatürü.

Çay kaynıyordu o sırada.

Üç gözlü -ama nedense orta gözü hep bozuk olan- emaye ocakta…

Kedicik, perdeden koltuğa, koltuktan kaktüse, konan sineği yakalama derdindeydi.

Çatlağın izi bitmiş olacak ki, boşluğa baktı bir süre, boş boş…

Sonra yeniden çok işlevli telefonu aldı eline.

Tekrar ilk mesajı okuyup, bir tiyatro videosu açtı.

DeTe’den Kral Lear oynuyordu ekranda.

Bir süre izledikten sonra çayı demlemek için ayağa kalktı.

Yere bakmadan terliğin birini ayağına cuk oturttu, diğerini ayağını sağa sola sallayarak zor buldu.

Lear tiraddaydı o sırada:

- Gökler gürleyin var kuvvetinizle! Yağmurlar yağın! Yıldırımlar saçın ateşinizi!

Ocağa yöneldi.

Sol elindeki telefonda Lear tiradını atarken, sağ eli demliğe sıcak su aktarıyordu.

Kaynar suların çayın üzerine düştüğü anda, ekranda da Lear’ın üzerine yağmur suları yağıyordu.

Çay taneleri sıcaktan haşlanırken, Lear soğuk yağmur damlaları altında titriyordu.

Sonra çekyatına döndü. (isminin it-otur olması da muhtemel olan çek-yatına)

İzlemeye devam etti;

Tek açılı Lear’ı, 5.8 inç’in içinde.

Lear’ın tiradı bitmişti; şimdi Soytarı akıl veriyordu Lear’a.

“kuru bir evde ele yüze su dökmek, böyle sular altında sırsıklam olmaktan daha iyidir.

Hadi amcacığım, dön kızlarına. Hayır dualarını iste.

Merhameti yoktur böyle bir gecenin ne akıllıya, ne deliye.”

Durdu  o anda, videoyu da durdurdu.

Akıl vermek üzerine düşündü.

Akıl vermek neydi?

Kim kime akıl verir, kim kimden akıl alır?

Alan mı akıllı, veren mi...

Alan mı üstün yoksa veren mi…

Peki akıl neydi?

İstese sol elindeki çok işlevli telefondan hemen öğrenebilirdi yanıtı.

Ama akılsızca davranıp, gofret kolisi içindeki, eski bir sözlüğe baktı,

- Arapçadaki “dizginlemek, kösteklemek, kısıtlamak” anlamındaki “aḳl” kökenli “aḳala” dilimize ‘akıl’ biçiminde yerleşmiştir. (Ek açıklama: Katar halinde gitmekte olan develerden erkek olanı öndeki dişinin üstüne yerli yersiz çıkmasın diye erkek devenin ön ayakları arasına bağlanan köstek.

Îkal etti: Deveyi iyi bağladı demektir, yani akıllı olmak devenin ne denli sağlam bağlanmasından ibarettir)

Diyordu, cildi tel tel olmuş eski sözlük.

Kafası iyiden iyiye karıştı.

Demek buydu sözcüğün çıkış noktası… Dizginlemek…

Dizginlemeye çalıştı düşüncelerini.

Oysa, dik yamaçta hızla kayan kızağın, keskin dönemeçten ileriye fırlaması gibiydi düşünceleri.

Belki akıllı olsaydı bu kadar durmazdı akıl üzerinde…

Bunu da düşündü.

Kafasını kurcaladı durdu akıl.

Çünkü, ne çok akıl veren vardı bu günlerde.

Hele üst akıl, her organıyla sürekli akıl veriyordu.

Sonra o söz geldi aklına “internette online tiyatro yapma işi”.

Tiyatroyu tiyatro yapan neydi, onu düşündü:

Oyun, oyuncu ve seyirciydi.

Ancak bu üçü bir arada olursa tiyatro olurdu.

Bunlardan biri olmazsa ya da bunlar bir arada olmazsa tiyatro olmazdı.

Öyleyse bu yapılanlar neydi?

Tiyatroyu, sanatı yeniden üretme arayışı, kendi platformunun dışında da olsa var olma çabası…

Bu amaçla bir anda tüm tiyatrocular çevrimiçi tiyatro yapmaya başlamıştı.

Eski oyunlar internete konuyor, yeni oyunlar seslendiriliyor, müzik eşliğinde tiradlar, oyun şarkıları, görüntülü radyo tiyatrosu denemeleri yapılıyor ve daha daha…

Peki, bunlar gerçekten kim için yapılıyordu?

Halk için mi, yoksa tiyatrocular kendileri için mi yapıyorlardı?

Her ne olursa olsun, bunlar tiyatro değildi.

Tiyatro bir eylem sanatıydı.

Tiyatrocu eylemek zorundaydı, ancak o zaman tiyatro ve tiyatrocu var olabilirdi.

Üstelik bunların sanılan kadar izleyicisi de yoktu. Olamazdı da…

Şu anda dünyada yaşayan hiç ama hiç kimsenin tanık olmadığı bir süreç yaşanıyordu.

Bu ne zaman son bulur, toplumsal etkileri ne olur hiç kimse kesin bir şey söyleyemiyordu.

Elbette toplumu iyi edecek unsurlardan biri de sanattı.

Ancak sanatçı şimdi içinde bulunduğu duruma uyum sağlamaya değil uyumsuzluğu anlatmak zorundaydı...

Sonra çok sevdiği hocasının bir sözü geldi aklına:

“Sanatçı uçuruma yuvarlanmak üzere olan bir otobüste manzarayı seyretmez, o çığlık atmak zorundadır.”

Bunları düşünürken geldi gaz kokusu burnuna…

Kaynayan çay suyu taşmış, ocağı söndürmüş olmalıydı.

Şikayetsiz rahatça uzandı sunta ve sünger sentezine...

Kapadı gözlerini.

Durdu bir süre öyle, belki hiçbir şey düşünmeden…

Boşluk, sadece boşluk…

Şimdi boşluk içinde çizgi gibi bir çift göz…

Kedicik…

Birden kedicik geldi aklına, zorla açtı göz kapaklarını.

Kedicik çoktan bırakmıştı sinek kovalamayı…

O sinek şimdi, ağzının kenarındaydı kediciğin…

Çığlık atmak istedi, çıkmadı sesi…

Çok işlevli telefondan alkış sesleri geliyordu;

                                                                                                             Mayıs - 2020
                                                                                                              Abes KAÇAR