Popüler Yayınlar

18 Kasım 2010 Perşembe

"İLAHİ CUMHURİYET" Kazım GÜÇLÜ


“Ben demiştim” demekten çok hoşlanmasam da, yaşananlar ister istemez insanı mecbur kılıyor böyle bir söyleme… Yaklaşık dört ay önce kaleme aldığım ÇAĞIN RUHU: PRİMUS INTER PARES başlıklı yazımda, konservatuarlar ve Devlet Tiyatroları’nın yetenek sınavı adı altında yapılan uygulamalı sınavlarında yaşanan şaibelerden bahsetmiş, “hepiniz eşitsiniz” yalanının, biz eşitler arasında birincilerimiz olduğunu fark ettiğimizde ne kadar örseleyici bir hal aldığını yazmıştım.


Geçtiğimiz hafta Devlet Tiyatroları yıllardır beklenen Stajyer Sanatçı sınavını yaptı. 419 aday arasından yedeklerle birlikte 86 kişiyi seçtiler kadrolarına. Konservatuar mezunu bir tiyatrocu olarak, yıllardır beklediğim bu sınava girip girmeme konusunda uzun uzun düşündüm ve sonunda Ankara yollarına düşmeme kararı aldım. Çünkü sınava giren öyle isimler vardı ki, onların “birincilerimiz” olduğunu tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyordu.


Babalar ve Oğullar


“Eşitler arasında birinci” demek olan primus inter pares, çağın ruhu olarak hayat bulmaya devam ediyordu. Geçen hafta nihayetlenen sınavdan sonra, söylentiler aldı yürüdü yine. Tüm bu söylentilerin üstüne 4 Kasım tarihli Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfası alışık olmadığımız bir haberi gözümüze gözümüze sokuşturdu… Akrabaların toplaştığı düğün evine dönüşmeye ramak kalmış bu kurum ve sınavıyla ilgili Selda Güneysu’nun haberi, derin “analizlere” ve yoruma sahipti aynı zamanda. “Sınavda torpil döndü” iddialarına meydan vermemek adına her adayın performansının kameraya kaydedildiğini baştan belirten Güneysu, sözü dönüp dolaştırıp Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü’nün oğlu Doruk Nalbantoğlu’na getiriyordu. Küçük Nalbantoğlu’nun meziyetleri bir bir sayılarak, sınavı kazanmasının haklı gerekçeleri sıralanmaya çalışılıyordu.


“Nalbantoğlu sınav jürisinden tam puana yakın puan aldı.” (Meziyet sıralanacak ya, “tam puana yakın puan” kavramını icat ediyor Güneysu farkına varmadan!)


“Ankaralı tiyatro izleyicisi de Doruk Nalbantoğlu’nu yakından tanıyor.”


“Nalbantoğlu, tiyatro oyuncusu Erdal Beşikçioğlu’nun kurduğu Ankara Dip Sahne’de geçen sezon sahnelenen “Mojo” adlı oyundaki başarılı performansıyla adından sıkça söz ettirmişti.” (Görüldüğü gibi yalnızca Dip Sahne demek yetmiyor, popüler bir figür olan Beşikçioğlu, namı diğer sıra dışı polis Behzat Ç. de, nedenleri güçlendirici bir unsura dönüştürülüyor.)


“Televizyon dizilerinden de izleyicilerin yakından tanıdığı eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın kızı Gerçek Sağlar ise yedeklere kaldı.” (Küçük Nalbantoğlu için bundan daha iyi güçlendirici bir unsur olamaz. Kamuoyunun zihninde “baksana koca bakanın kızı bile yedeğe kalmış” düşüncesi oluşturularak, sınavın Nalbantoğlu’nun kazanmasıyla adil bir niteliğe kavuştuğu inancı yaratılmaya çalışılıyor sanırım. Oysa o kamuoyu şunun farkında olmalı, bu yedek diye tarif edilenler de kısa bir süre sonra kurum personeline dönüşecek.)


Cumhuriyet, devlet yetkililerinin yakınları adına yetkilerini kullanmaları durumuna yönelik işleyen genel tavrı, ters yüz ediyor. Babası kurum müdürü olan “oğul”un kuruma uygulamalı bir sınavla alınması (uygulamalı sınavların öznel değerlendirmeler içerdiğini bilmeyeniniz yoktur sanırım) nasıl kabul edilebilir kılınır, onun yolunu yordamını arıyor. Biraz daha zorlasa küçük Nalbantoğlu bir fenomene dönüşecek neredeyse… (Bu baba-oğul ilişkisinin meyveleri başka bir bakanlık veya genel müdürlükte toplansaydı, görürdünüz siz Cumhuriyet’in feveranını!..)


İlahi Cumhuriyet, bu kadar “kefarete” ne lüzum vardı ki!.. Birilerinin kefaretini ödeme çabasına girerken, Anadolu’nun dört bir yanında tiyatro yapmaya çalışan 333 kaybetmiş mazlumu acıttığının farkında bile değilsin, yazık sana!.. Sırada bu sahipsizlerin, babasız yetimlerin, umudu duvara toslamışların kefareti var, bilesin!..


Bu yazı, sınava hepimiz eşitiz inancıyla girip kaybetmiş mazlumlara armağan olsun!.. Ne mutlu tiyatroyu hala sevene!..


HAMİŞ: 45 yıllık Cumhuriyet okuru olan bir babanın oğlu ve yaşadığı ahlakı savunabilen bir tiyatrocu olmam hasebiyle, bu yazıyı kaleme almayı görev bildim!..


Kazım GÜÇLÜ - http://www.meydangazetesi.com.tr/yazidetay.asp?AuthorID=94&ArticleID=5454

1 yorum:

Adsız dedi ki...

keşke Doruk'la bir kez konuşmadan onun oyununu bir kez izlemeden bu yazıyı kaleme almasaydınız. Sizin ilahi adaleti eleştirirken böyle bir tutum izlemeniz biraz tuhaf değil mi? Umarım yayınlarsınız...